Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin son raporuna göre tarım, hayvancılık ve ormancılıkla ilgili sera gazı salımları tüm salımların dörtte birini oluşturuyor. Bu bağlamda bakıldığında hem gıda hem de iklim güvenliğini sağlamak amacıyla küresel tarıma acilen yeni yaklaşımlar geliştirilmesini sağlamak zorundayız.
Artan nüfus ve tüketim, tarıma ve doğal kaynaklara benzeri görülmemiş talepler getiriyor. Bugün, yaklaşık bir milyar insan kronik olarak yetersiz beslenirken; tarım sistemlerimiz aynı zamanda küresel ölçekte toprak, su, biyolojik çeşitlilik ve iklimi bozuyor. 2011 yılında Nature dergisinde yayımlanan bir rapora göre dünyanın gelecekteki gıda güvenliği ve sürdürülebilirlik ihtiyaçlarını karşılamak için, gıda üretiminin önemli ölçüde büyümesi ve aynı zamanda tarımın çevresel ayak izinin önemli ölçüde küçülmesi gerekiyor. Bu raporda, gıda üretimini artırırken tarımın çevresel ayak izinin nasıl azaltılacağına dair çözümler analiz edilmiştir. Tarımsal genişlemeyi durdurup, düşük performans gösteren topraklardaki “verim açıklarını” kapatıp mahsul verimliliğini artırmanın yanı sıra diyetleri değiştirerek ve atıkları azaltarak muazzam bir ilerleme kaydedilebileceği gösteriliyor. Bu stratejiler birlikte uygulanacak olursa, tarımın çevresel etkileri büyük ölçüde azaltılırken gıda üretimi de ikiye katlanabilir.
Bu temel öneriler, sonraki raporlarda da tekrarlanan bir paradigma halini almaya başladı. O nedenle bu yeni paradigmanın gelecekte gıda güvenliği ve çevresel sürdürülebilirliğin sağlanmasına yardımcı olabilecek yaklaşımları barındırdığını kabul edebiliriz. Ayrıca, küresel tarımsal gıda sisteminin Paris iklim değişikliği hedeflerine ulaşma çabalarını baltalamamasını istiyorsak, bu tür reformlara hepimizin bağlılık göstermesi gereklidir. Ne yazık ki, zaman içerisinde bu reform planının temel unsurlarında ilerlemeler sınırlı olmuştur. Küresel beslenmede yaşamakta olduğumuz değişiklikler şu anda Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarına ulaşmak için gerekli olanların tam tersi yöndedir. Bu yüzyıl içerisinde de küresel tarım alanlarının genişlemeye devam etmesi bekleniyor. Tarımsal verim açıklarının kapatılması, özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde, düşük verimli tarım arazilerinde kalıcı bir sorun olmaya devam ediyor. Bu üretim sisteminde tarımsal kaynak verimliliğini artırmak ile gıda kaybını ve israfı azaltmak başlıca zorluklardır. Dahası, hektar başına ortalama mahsul verimindeki mevcut artış oranları, 2050 yılına kadar nüfus artışı ve ekonomik gelişmeye paralel büyüyen talep tahminen %60'lık artışı karşılamak için yetersizdir. İklim krizinin yarattığı ve yaratacağı problemleri hesaba katacak olursak bu durum daha da kötüleşecektir. Bundan dolayı tarımsal gıda üretim sisteminde gerekli artış düzeyini sağlayabilmek için ek önlemlere ihtiyaç vardır.
Tarımsal üretimi sürdürülebilir kılmak ve verimi artırmak için gerekli olabilecek önlemleri uzun uzadıya anlatmak oldukça uzun zaman alabilir, ancak kısaca bu önlemlerin neler olabileceğine değinmekte fayda var:
Topraktaki karbon oranını artırmak zorundayız: Arazi yönetimi ve agronomi halihazırda toprak bozulmasını azaltmaya ve tersine çevirmeye yardımcı olmaktadır. Geçici drenaj alanları boyunca konturlar oluşturma, azaltılmış toprak sürme, örtü bitkileri ve ürünler arasındaki tampon şeritler gibi önlemler toprak karbonunu artırmaktadır. Özellikle toprağı sürmenin azaltılması toprağın karbon tutma kapasitesini artırmanın yanında ülkemizdeki erozyonun da önlenmesinde önemli rol oynayacaktır.
Karbon tutumu için gelişmiş kaya ayrışması: Gelişmiş kaya ayrışması hızlı ayrışabilen bir kaya türü olan bazaltın tozlarının toprağa saçılmasından ibarettir. Bu işlem, bitki üretimi için gerekli olan inorganik besinleri serbest bırakarak mahsul üretimi ve toprak sağlığı için ortak faydalar sağlarken, doğal CO2 tutma süreçlerini hızlandırır.
Su kullanım veriminin artırılması: Hem bitkilerin ihtiyaç duyduğu suyun buharlaşma ve kayıplara izin vermeyecek şekilde sağlanması hem de yeterli suyun olmadığı bölgelerde de fazla suya ihtiyaç duymayan bitki desenine dönülmesi verimi artıracaktır.
Azotlu suni gübre ihtiyacının azaltılması: Onarıcı tarım yöntemleri ve bilinçli gübre kullanımının yaygınlaştırılması ile daha az suni gübre kullanımına yönelmek ve bu şekilde de toprağın kalitesinin korunması mümkündür.
Tarımsal alanların azaltılması: Tükettiğimiz besin türlerini hayvansal besinlerden bitkisel besinlere çevirerek tarımsal alanları azaltmak da mümkündür. Ancak bunun ötesinde tarımsal ürünlerin üretimden masaya gelene kadar kayıp yaşamaması da tarımsal üretim için gerekli alanların azalmasında önemli rol oynayacaktır.
Tarım arazilerinin doğru kullanılması: Bütüncül bir ekolojik bakış açısı ile tarımsal arazilerden sebze, tahıl ve meyve üretirken aynı bölgede hayvancılığın da gelişmesi mümkündür. Yalnız bu permakültür benzeri yaklaşım tüm araziye bir bütün olarak yaklaşmakla mümkündür. Bu üretim biçiminin örnekleri ülkemizde de hızla artmaktadır.
Susuzluk ve gıda israfı dünyanın sonunu getirecek demedi demeyin. Bu israfta hepimizin payı var. Ülkece Türkiye gıda israfında kaçıncı sırada? UNEP listesine bakmanızı öneriyorum.
YanıtlaSilBiyolojik Mücadele Nedir?
YanıtlaSilBiyolojik mücadele, zararlı böcekleri tabiattaki diğer canlılarla kontrol altında tutma yöntemidir.
Tarım, orman ve halk sağlığı zararlılarını için biyolojik mücadele yöntemleri uygulanmaktadır. Doğa kendi içinde belirli bir döngü içinde dengesini korumaktadır. Bazen istilacı türlerin bölgedeki varlığını arttıracak şekilde değiştirilebilir.
Zararlının, bilinçli/bilinçsiz şekilde nakledilmesi, bölge şartlarının zararlı lehine değişmesi, kontrolsüz şekilde kimyasal kullanımı gibi müdahaleler zararlının doğal düşmanını ortamdan uzaklaştırabilmektedir. Özellikle de kullanılan sentetik kimyasal insektisitler zararlının düşmanlarını da doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemektedir.
Ortamda rakibi ya da avcısı kalmayan zararlı daha hızlı üremektedir. Hızlı ve kolay üreyen zararlıyı kontrol altında tutmak içinse daha fazla kimyasal kullanılmaktadır. Bu şekilde zincirleme bir döngü içinde tüm süreç insanlığın aleyhine dönmektedir. Biyolojik mücadele yöntemleri ile zararlılar belli bir oranda tutulabilmektedir. Bu sayede doğadaki doğal denge de korunmaktadır.
Biyolojik Mücadele Etmenleri
Biyolojik mücadele terimi ilk olarak 1919 yılında akademik olarak ortaya atılmıştır. Ancak bunun asırlar öncesinde de biyolojik mücadele yöntemlerinin kullanıldığı bilinmektedir. Çin Hanedanlığı’ndan kalan eserlerde karıncaların narenciye zararlılarına karşı kullanıldığından bahsedilmektedir.
Bilimsel çalışmalar ve araştırmalar arttıkça biyolojik mücadele etmeni olarak kullanılacak çeşitler de günden güne artmaktadır. Bugün en pratik şekilde uygulanabilen mücadele etmenlerinden birisi Bacillus bakterileridir. Her bir biyolojik mücadele etmeni kimyasal uygulamalardan çok daha iyi alternatiflerdir. Nihai olarak kimyasal ürün kullanımının %70 oranında azaltılmasına ve ürün veriminin en az %5 artışını sağlayabilmektedir.
Biyolojik Mücadele Nedir?