Eski çağlarda da insanların
yaktıkları odun ve kömürden karbondioksit çıkıyordu. Ama bu
karbondioksidin bir kısmı okyanuslar tarafından bir kısmı da
büyüyen bitkiler tarafından emiliyordu. Sonra insanlık buhar
makinesini keşfetti ve önce bol miktarda kömür sonra da petrol ve
doğal gaz yakmaya başladı. Fazladan yakılan bu kömür, petrol ve
doğal gaz doğanın çeşitli yollarla emebileceğinin üzerine
çıktı. Bundan dolayı da atmosferdeki karbondioksit gazı oranı
artmaya başladı.
Karbondioksit güneşten
dünyaya gelen ışığa karışmazken dünyadan uzaya saçılan
ısıyı tutar ve dünyanın ısınmasına neden olur. Dolayısıyla
atmosferde ne kadar fazla karbondioksit olursa dünyanın ortalama
sıcaklığı da o denli yükselir. Günlük hayatımız bu ısınmanın
bir kısmını doğal normal kabul edebilir. Ancak bu ısınma
belirli bir seviyenin üzerine çıkarsa artık alıştığımız
hayatı yaşamamız güçleşir. Mesela daha önce tarım yaptığımız
alanlar artık bitki yetişmeyecek kadar sıcak olabilir veya daha
önce hava serin olduğundan bulunduğumuz alanlarda yaşamayan
sivrisinek türleri ısınmaya bağlı olarak buralara gelmeye
başladığında alışmadığımız salgın hastalıklarla
karşılaşabiliriz. Bu listeyi türlü kötü etkiyi ekleyerek
uzatabiliriz.
Bilim insanları bu etkilerin
insan hayatını ciddi anlamda etkilememesi için dünyanın ortalama
sıcaklık artışının 2 dereceden fazla olmaması gerektiğini
ortaya koymuşlardır. Dünya devletleri de uzun süren ikna turları
sonunda bu ana fikri kabul ederek soruna çare bulmak için çalışma
kararı aldılar. Bu kararın ilk adımı olarak tüm dünya
devletleri 2020-2030 yılları arasında bu konuda neler yapmayı
planladıklarını Birleşmiş Milletler'e bildirdiler. İkinci
adımda da 12 Aralık 2015'te Paris'te kabul edilen ve 22 Nisan
2016'da New York'ta imzalanan anlaşmayla ülkeler, kendi çalışma
planlarına göre yapabilecekleri uygulamalar için taahhütte
bulundular.
Paris Anlaşması olarak
bilinen bu anlaşma sonuç olarak 2020-2030 yılları arasında her
ülkenin baskı altında kalmadan kendi verdikleri taahhütlerin
toplamından oluşur. Yeterli sayıda ülkenin onaylamasıyla bu
anlaşma Kasım 2016 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ülkemiz 22
Nisan 2016'da bu anlaşmayı imzalamış olmasına rağmen meclisten
geçirmediği için henüz anlaşmaya taraf değildir.
1 Haziran 2017 tarihinde ABD
Başkanı Donald Trump ülkesinin bu anlaşmadan çekildiğini
açıklamıştır. Bu açıklamaya ek olarak da kendi ülkelerinin
yararına olacak yeni bir anlaşma için görüşmelere başlayacağını
söylemiştir. Buradan da anlaşılacağı üzere, özellikle
eklediği cümlenin herhangi bir mantığı yoktur. Başkan Trump'ın
söylemek istediği aslından bir önceki Başkan Obama'nın yapmayı
taahhüt ettiği şeyleri yerine getirmeyeceğidir. ABD'yi bu
taahhütleri vermeye kimse zorlamamıştır. Eğer Başkan Trump
isteyecek olsa anlaşmadan ayrılmadan bu taahhütleri değiştirmesi
ve yumuşatması mümkündür. Ancak seçimlerden önce yapmaya söz
verdiklerini yerine getirmeye çalıştığından böylesi gereksiz
bir adım atmaktan da çekinmemiştir.
Bu adımın sonuçlarını iki
bağlamda irdelemekte fayda var:
Öncelikle, çok duyduğumuz
üzere, Amerikalılar başkanlarının söylediğini değil
cüzdanlarının söylediğini yaparlar. Yani, eğer atmosfere
karbondioksit salmayan enerji kaynakları daha ucuzsa, bu kaynakları
kullanmaktan çekinmezler. Özellikle güneşten elektrik üretme
sistemlerinin kuruluş maliyetlerinin her 18 ayda bir yarıya indiği
göz önüne alınacak olursa, yenilenebilir enerji kaynaklarının
çok kısa vadede daha ucuz enerji üretmeye başlayacağı
aşikardır. Bu durumda, Başkan Trump ABD'yi Paris Anlaşması’ndan
çıkartsa da çıkartmasa da ABD bu anlaşmanın şartlarını zaten
yerine getirecektir. Çünkü piyasa şartları bunun daha doğru ve
akılcı hareket olduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla,
ABD'nin bu anlaşmadan ayrılmış olmasının teknik bir zararı
bulunmamaktadır.
Ancak diğer açıdan
yaklaştığımızda, ABD Paris Anlaşması konusunda ayak sürüyen
tüm ülkelere de direnme yolu açmıştır. Bizim gibi bu anlaşmayı
kabul etmemiş olan ülkeler ABD'nin de anlaşmayı kabul etmemiş
olmasını bir neden olarak ortaya koymaya çekinmeyeceklerdir. Bu
açıdan anlaşmanın sağlıklı bir biçimde yürümesi ve diğer
ülkelerin sağlayacakları katkıların devamı kısmen tehlikeye
girmiştir.
Yalnız bu problemin
uluslararası politika ve ekonomideki etkileri iklim değişikliğinin
fazlasıyla ötesine geçmektedir. Dünya ülkeleri açısından
bakıldığında enerji güvenliği artık gündemin en üst
sıralarındadır. Özellikle kömür, petrol ve doğal gaz gibi
fosil yakıtların üreticisi olmayan ülkeler yenilenebilir
kaynaklardan enerji üretiminin ne derece önemli olduğunu anlamış
durumdadırlar. Teknolojide yapılacak olan bir sonraki sıçrama
muhtemelen enerji sistemleri alanında olacaktır. Bu konuda son on
senedir yatırımlarını hızlandıran Çin ve buna ayak uydurmaya
çalışan AB, Paris Anlaşması'na bağlılıklarını bir kez daha
ortaya koyarak başlamakta olan enerji devriminde de dünyadaki öncü
rolü üstleneceklerini beyan etmişlerdir. Enerji teknolojileri
alanında ABD'deki en önemli isimlerden olan Tesla'nın sahibi Elon
Musk Başkan Trump'ın kararının ardından hemen tepkisini ortaya
koymuştur. Amerikan ekonomisi açısından seçim sözlerini yerine
getirmek bir yere kadar kabul edilebilir ama sırf bu sözleri yerine
getirmek için teknolojik olarak ABD'yi Çin ve AB'nin gerisine
düşürmeyi ülkedeki ekonomik çıkar çevrelerinin kolayca
kabullenmeleri beklenemez. Kaldı ki Exxon-Mobil gibi dev petrol
şirketleri bile Başkan Trump'ın bu kararının karşısındadırlar.
Tüm bu noktaları göz önüne
aldığımızda ülkemizden bakıldığında basit bir karar gibi
görünse de alınan karar, eğer arkasında durulacak olursa ABD
açısından tarihi bir dönüm noktasıdır. Eğer kısa vadede bu
karardan dönülecek olursa da hepimizin geleceği açısından daha
hayırlı bir adım atılmış olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder