Günümüzde
insanlığın ve dünyanın karşı karşıya olduğu sorunların
neredeyse en önemlisi iklim değişikliğidir. Özellikle ABD’deki
yönetim değişikliği ya iklimin değişmediğine, ya da iklimin
değiştiğine ama bunun insan kaynaklı olmadığına inanan bir
grubu başa getirmiş olsa da iklim değiştiğini inkar etmek kolay
değil.
1896
yılında İsveçli bilim insanı Svante Arrhenius yayımladığı
makalede atmosferdeki karbondioksit oranının her geçen gün
arttığını belirtmiştir. Arrhenius atmosferdeki karbondioksit
oranının Endüstri Devrimi öncesindeki oranın iki katına
ulaştığında, dünyanın ortalama sıcaklığının da 5-6 derece
artacağını yazmıştır. Endüstri Devrimi öncesinde atmosferdeki
karbondioksit oranı milyonda 280 seviyesindeydi, bugün ise milyonda
409 seviyesine yükselmiş durumda. Bu oranın her sene milyonda 2-3
arttığını hesaba katacak olursak Arrhenius’un söylediği
seviyeye varmamıza sadece 60 yıl kalmış durumda. “Bundan 120
sene önce yapılan hesaplar bilimin o zamanki seviyesine göre
yapılmıştı, bugün çok daha ilerideyiz” diye düşünsek de
bugünkü bilim de Arrhenius ile hemfikir. Atmosferdeki karbondioksit
oranı milyonda 560 seviyesine ulaşacak olursa dünyanın ortalama
sıcaklığı bugünkünden 4-5 derece daha yüksek olacak. Aradan
geçen sürede bu ısınmanın 1 derecelik kısmını yaşamaya
başladık. Gelecek yıllarda da bu etkiyi artarak hissetmeye devam
edeceğiz.
Buradaki
amacım sizlere bir korku filmi senaryosu çizmektense konunun
bilimsel temelleri konusunda bir fikir verebilmek. Bu fikrin
temelinde de atmosfer biliminin aslında son 120 senede değişikliğe
uğramamış fizik kanunlarına dayandığı yatmaktadır. 1896’da
Arrhenius’un kullandığı bilimsel altyapı ile bugünkü bilim
aşağı yukarı aynı temellere sahip. Geçen zamanda özellikle de
bilgisayarların gelişmesiyle çok detaylı modeller kurabildik, ama
bu modelleri kurarken kullandığımız fizik 19. yüzyıldan beri
kullanılan formüllere dayanıyor.
Kullandığımız
formüller aynı olsa da modelleme yöntemleri açısından atmosfer
olaylarını üçe ayırmak zorundayız. Bu yöntemlerin ilki hava
durumu tahminleridir.
Hava
durumu tahminleri yirminci yüzyılın başından bu yana giderek
artan bir isabet oranıyla tüm dünyada kullanılmaktadır. Geleceğe
yönelik hava durumu tahminlerinin en önemli girdisi şu anki hava
durumudur. Tahminleri yapacak olan modele şu andaki ölçümler
girilir ve gelecekteki hava hareketlerini tahmin etmesi istenir.
Burada kolayca görebileceğiniz gibi, işimizi zorlaştıran birkaç
problem vardır. Mesela, çevremizde ölçüm yapan istasyonlar ne
derece yaygın? Elimizde ne kadar çok istasyondan alınmış veri
varsa yapacağımız tahmin de o derece doğru sonuç verebilir. Ya
da, meteoroloji ölçümleri ne sıklıkla yapılıyor? Ne kadar sık
ölçüm yapabilirsek modelimiz de o denli iyi çalışacaktır. Ama
burada bizi elektronik ve haberleşme problemleri zorlayacaktır. Bir
de tabii ki elde edilecek onca veriyi saklama güçlüğü. Diyelim
ideal yaygınlıkta ve sıklıkta ölçülen veriye sahibiz. Peki bu
verinin ölçüldüğü aletlerin kesinlikle doğru ölçüm
yaptıklarından emin miyiz? Veya bu aletlerin kendi ölçüm
metotlarından kaynaklanan hataları nasıl hesaba katacağız?
Tüm
bu problemler son yüz yıl içerisinde giderek çözümlenmeye
çalışıldığından bugünkü bilgisayar sistemlerin gelişmesine
bağlı olarak yapılan tahminlerin doğruluk oranı da artmaktadır.
Ancak hiçbir zaman atmosferdeki tüm moleküllerin hızlarını ve
konumlarını bilmek mümkün olamayacağından, bugün yapacağımız
tahmin büyük ihtimalle yarın için doğru çıkacaktır. Bir
sonraki günün tahmininin doğru çıkması olasılığı daha
azdır. Ondan sonraki her günde de tahminin gerçekleşmesi
olasılığı azalır. Sonunda bugünden 20 gün sonrayı
modelleyerek hava durumunu tahmin etmeye çalışmakla 20 gün
sonraya denk gelen günün ortalama hava şartlarını söylemek
arasında bir fark kalmaz. Elimizdeki ölçümler, bilgisayarlar ve
bilim ne derece gelişirse gelişsin, sistemin yapısından dolayı
hava durumu tahminlerinin geçerliliği ancak birkaç hafta ile
sınırlıdır.
Ama
özellikle tarımda bize mevsimlik tahmin gereklidir. Hava tahminleri
yaklaşık üç haftanın ötesine geçemediğinden başka bir yöntem
bulmamız gereklidir. Burada kullanılan yöntem kabaca ölçümlerle
geçmiş dönemlerden kalan bilgilerimizin harmanlanması ile elde
edilir. Yalnız burada yapılan ölçüm genelde okyanus sularının
yüzey sıcaklığına veya basıncına dayanır. Okyanusların yüzey
sıcaklığı kısa vadede hızlı değişmediğinden ve bu
değişikliklerin küresel etkileri uzun süredir gözlemlendiğinden
mevsimlik bazda tahminleri yapmak mümkün olabilir. Mesela
ülkemizdeki sıcaklık ve yağışların Atlantik Okyanusu’nun
kuzeyi ile güneyi arasındaki basınç farkı ile ilişkili olduğu
görülmüştür.
Mevsimlik
tahminlerdeki önemli noktalardan biri, geçmişte doğru olan bu
ilişkilerin iklim değişikliğinin getireceği yeni dünyada da
geçerli olacağını kabul etmek zorunda olmamızdır. Küresel
ısınmanın getireceği değişiklikler şimdiye kadar alışmış
olduğumuzun dışında bir iklim sistemine yol açtığında
mevsimlik tahmin yapılması da güçleşebilir.
İklim
modellemesi ise bu iki model sisteminden farklı temellere dayanır.
Öncelikle iklim modellemesi yapabilmek için başlangıç
koşullarına gerek yoktur. Bundan yirmi sene sonra iklimin nasıl
olacağını tahmin edebilmek için bugün İstanbul’un
sıcaklığının kaç derece olduğunu bilmemiz gerekmez. İklim
modellemesinden genel anlamda bize gereken üç veri vardır.
Dünyamız enerjisinin önemli bir kısmını Güneş’ten
aldığından Güneş’ten Dünya’ya gelen enerji miktarı bu
verilerin ilkidir. İkincisi ise Dünya’nın yüzey yapısıdır.
Neresi deniz, neresi kara, neresi orman, neresi çöl gibi bilgilere
ihtiyacımız vardır. Aslında bu iki veri seti de meteorolojik
ölçümlerle kıyaslandığında daha kolay elde edilebilen ve
değişkenliği çok daha düşük verilerdir. Yalnız iklim
modellemesindeki en büyük belirsizliği üçüncü veri seti
getirir. Gelecekteki iklimi modelleyebilmek için atmosferin
gelecekteki yapısını bilmemiz gereklidir. Atmosferin gelecekteki
yapısı da büyük ölçüde bizim atmosfere salmakta olduğumuz
karbondioksit ve diğer sera gazlarına bağımlı olduğundan iklim
modellemesi önemli oranda belirsizlikler içerir. Ancak bu
belirsizlikler girdilerin yetersizliğinden veya bilimin gelişmemiş
olmasından kaynaklanmaz. Çünkü yazımızın başında gördüğünüz
gibi, gerekli olan girdiler ve bilimsel altyapı en az 120 senedir
mevcuttur. İklim modellemesinin temel belirsizliği insanların ne
yapacağının belirlenememesinden kaynaklanmaktadır.
Gene
de bilim insanları ekonomik ve sosyopolitik öngörülere dayanarak
sera gazı salımlarının nasıl değişeceği konusunda senaryolar
üretmektedirler. İklim bilimciler ise bu senaryolara dayanarak
dünyanın gelecekte ne kadar ısınacağı konusunda çıkarımlarda
bulunmaktadırlar. Bu senaryoların çıktılarını incelemek başlı
başına ayrı bir yazı olduğundan bu yazımızı basit bir uyarı
ile bitirelim. İklim modelleri başlangıç koşullarına
dayanmadığından gelecekteki herhangi bir günde ne olacağını
bizlere söyleyemez. Bunu söyleyebilecek bir yöntem de yoktur.
Ancak iklim modellerinin gelecekte ortalamaların nasıl değişeceğini
ve uç değerlerdeki artışı doğru bir biçimde ortaya
koyabileceğini söyleyebiliriz.
Yazının orijinali: EkoIQ Mayıs-Haziran 2017 sayısı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder