20 Nisan 2025 Pazar

Bir İklim Politikasına İhtiyacımız Var

İklim değişikliği, içinde yaşadığımız çağın en kapsamlı, en karmaşık ve en acil çözüm bekleyen sorunlarından biri, muhtemelen de en önemlisidir. Bu sorunun etkileri artık yalnızca bilimsel raporların satır aralarında ya da uzak coğrafyaların manşetlerinde değil, hepimizin gündelik yaşamında somut olarak hissedilmektedir. Kuraklıklar, orman yangınları, seller ve tarımsal verimin azalması gibi belirtiler, iklim değişikliğinin sadece bir çevre sorunu değil, aynı zamanda bir kalkınma, ekonomi, güvenlik ve toplumsal istikrar sorunu olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Böyle bir sorun karşısında ilk yapılması gereken şey, güçlü ve tutarlı bir iklim politikası geliştirmek olmalıdır.

Bir ülkenin iklim değişikliğiyle etkin bir biçimde mücadele edebilmesi, yalnızca niyet beyanlarıyla değil, sistematik ve uzun vadeli bir yaklaşımla mümkündür. Bu yaklaşımın ilk adımı, kapsamlı bir iklim politikasının varlığıdır. İklim politikası; ülkenin sera gazı salımlarını azaltma, iklim değişikliğine uyum sağlama, doğal kaynakları koruma ve çevresel adaleti sağlama yönündeki temel ilke ve hedeflerini ortaya koyan ana çerçevedir. Bu politika, yalnızca çevre bakanlığının ya da belirli bir hükümetin görevi olmaktan çıkıp, devletin tüm kurumlarının ortak hedefi haline gelmelidir. Bu politikanın belirlenmesinde her ülkenin kendine has koşulları olacaktır. Hiçbir ülkenin iklim politikası başka ülkelerin iklim politikasına benzemek zorunda değildir. İklim değişikliğinden daha kısa ve orta vadede daha az etkilenecek ülkelerin politikası sera gazı azaltımına daha çok yönelirken, iklim değişikliğinin getirdiği sorunlarla bugünden boğuşan ülkelerde öncelik uyuma verilebilir. Bunu uluslararası ortamda tartışmak anlamsızdır çünkü uluslararası arenada tüm ülkelerin eşit ağırlığı olduğu kabul edilir, yani hiçbir ülkenin görüşü bir diğerinin üstünde ya da altında yer almamalıdır. Ancak bu iklim politikası, iklim değişikliğini durdurmak için atılan küresel adımların da elden geldiğince bir parçası olmalıdır çünkü günü geldiğinde tüm ülkelerin bu bağlamda birbirlerine ihtiyaçları olacaktır.

İklim politikası oluşturulduktan sonra bu politikanın kurumsal çerçevede uygulanabilmesi için bir iklim kanununa ihtiyaç vardır. İklim kanunu, iklim politikasında belirlenen hedef ve stratejilerin hukuki dayanağa kavuşmasını sağlar. Kanun; salım azaltımı, uyum, sektörel sorumluluklar, denetim mekanizmaları, finansman kaynakları ve yaptırımlar gibi başlıklarda bağlayıcı hükümler içermelidir. Böylece iklim politikası yalnızca bir vizyon belgesi değil, aynı zamanda uygulanabilir bir yol haritası haline gelir. Bir politika olmadan hazırlanan kanun temelde dayanaksızdır.

Ancak her kanun gibi, iklim kanunu da genel çerçeveyi ve temel ilkeleri ortaya koyar. Bu çerçevenin pratikte nasıl işleyeceği ise yönetmeliklerle belirlenir. Yönetmelikler, iklim kanununun ruhuna uygun olarak çeşitli sektörlerde nasıl uygulamalar yapılacağını detaylandırır. Örneğin tarım sektöründe su kullanımının nasıl düzenleneceği, ulaştırma sektöründe karbon salımlarının nasıl raporlanacağı ya da enerji sektöründe yenilenebilir kaynaklara geçişte ne tür teşvikler sağlanacağı gibi başlıklar yönetmeliklerle açıklığa kavuşturulur. Bu noktada yönetmelikler, devletlerin iklim yaklaşımını yansıtan ve değişen koşullara göre güncellenebilen dinamik belgelerdir.

İklim politikası, bir ülkenin uzun vadeli çevresel ve ekonomik sürdürülebilirlik hedeflerinin temel taşıdır. Bu nedenle, iklim politikalarının birer devlet politikası haline gelmesi büyük önem taşır. Devlet politikası olması, söz konusu politikanın hükümetlerden bağımsız ve parti üstü bir anlayışla ele alınmasını gerektirir. Çünkü iklim krizi, beş yıllık iktidar sürelerinin çok ötesinde, kuşakları etkileyen bir tehdittir. Bu nedenle iklim politikalarının içeriği, hükümetler değişse dahi temel ilkeleri bakımından korunmalıdır. Yeni gelen hükümetler, bu temel politikaya bağlı kalmalı; ancak uygulama araçlarını, yani yönetmelikleri kendi önceliklerine göre şekillendirebilmelidir.

Bu yaklaşım, iklimle mücadelede sürekliliği ve kurumsal dayanıklılığı artıracaktır. Aynı zamanda özel sektör, sivil toplum ve yurttaşlar açısından da öngörülebilir bir çerçeve sunacaktır. Yatırımcılar, iklim kanunu ile belirlenen uzun vadeli hedeflere güvenerek daha sürdürülebilir yatırımlar yapabilir; çiftçiler hangi ürünlerin destekleneceğini ve iklim koşullarına göre hangi uygulamaların teşvik edildiğini daha rahat görebilir; vatandaşlar ise kendi yaşam biçimlerini bu çerçeveye göre şekillendirebilir.

Bu noktada, önce etkili bir iklim politikası oluşturmak ve bu politikayı güçlü bir iklim kanunuyla desteklemek, Türkiye gibi iklim krizinden doğrudan etkilenen ülkeler için artık bir tercih değil zorunluluktur. Bu kanunun uygulanabilirliğini sağlayacak yönetmelikler ise, pratik gerçeklikleri göz önünde bulundurarak sürekli güncellenmeli ve toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla hazırlanmalıdır. İklim değişikliğiyle mücadelede başarının yolu; vizyoner, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir hukuki çerçeve oluşturmaktan geçer. Geleceğimizi korumak istiyorsak, bunu bugünden başlatmalı ve iklim politikamızı sağlam bir zemine oturtmalıyız.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder