Son haftalar (Nisan 2021) ülkemizde iklim krizi bağlamında ilginç şeyler olmaya başladı. Temmuz ayı başına kadar da ilginç olaylar yaşamaya devam edeceğiz. Bu ilginç durum Paris Anlaşması çevresinde şekilleniyor, bu nedenle Paris Anlaşması’nı biraz daha anlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum.
1992’de Rio’da toplanan devletler küresel ısınmanın ciddi bir problem olduğuna ve durdurulması gerektiğine karar verdiler. Ülkemiz de dahil olmak üzere tüm ülkeler UNFCC adını verdiğimiz sözleşmeye imza koydular. Yalnız bu sözleşme bir düşünce yapısı ve dilekler bütününü içeriyordu. Bu bağlamda atılması gereken hukuki ve bağlayıcı kararların sonraki senelerde yapılacak toplantılarda alınmasına karar verildi.
Bu toplantı sırasında ülkemiz, diğer ülkelerden gelen uyarılara karşın, ısrarla zengin ve gelişmiş ülkeler grubunda yer almak istediğinden Ek 2 denilen gelişmiş, zengin ülkeler grubunda olduğumuz tescil edildi. Gelişmiş ve zengin ülkeler bu anlaşma bağlamında hem sera gazı salımlarını azaltmak hem de gelişmekte olan ülkelerin sera gazı salımlarını azaltmalarını sağlamak için maddi yardım yapma sorumluluğunu üstlerine aldılar.
Heyetimiz ülkeye dönünce atılan bu yanlış adım anlaşıldı ve ondan sonraki yaklaşık 9 sene bu yanlışı düzeltme çabasıyla geçti. 2001 yılında Marakeş’te yapılan toplantıda ülkemizin “özel durumu”, yani gerçekte gelişmiş ve zengin bir ülke olmadığı kabul edildi. Böylece gelişmiş ve zengin ülkelerin olduğu Ek 2 listesinden çıktık. Ancak hala AB aday ülkesi ve OECD üyesi olduğumuzdan gelişmiş ülkelerin yer aldığı Ek 1 listesinde kaldık. Ek 1 listesinden çıkmak için de 2019 yılında bir başvuruda bulunduk ama bu başvurumuz fazla ciddiye alınmadı çünkü 1992’de kendi ısrarıyla gelişmiş ve zengin ülke statüsü kabul edilen bir ülkenin 30 sene içerisinde hem gelişmiş hem de zengin bir ülke olmadığını tüm ülkelere kanıtlaması mümkün değil. Ayrıca bir tek ülke bile “hayır” dese bu kararı geçirmek mümkün değil. O nedenle de şimdilik ve yakın gelecekte Ek 1 denilen gelişmiş ülkeler listesinde yer almaya devam edeceğiz.
Biz Ek 1 konusuyla uğraşırken geri kalan ülkeler 1997 yılında Kyoto’da yapılan toplantıda sera gazı salımlarını nasıl azaltacaklarına dair bir anlaşmaya vardılar. Ancak bu anlaşmanın iki önemli problemi vardı. İlki, tüm azaltım sorumluluğunu gelişmiş ülkelere bırakması; ikincisi ise anlaşmanın, gelişmiş ülkelerin hiç hoşuna gitmemesiydi. Bundan dolayı da ABD anlaşmayı meclisinde oya bile sunmadı. ABD gibi büyük oyunculardan bir tanesi çekilince, 2008-2012 yılları arasında geçerli olacak Kyoto Sözleşmesi de beklenilen etkiyi yapmadı.
Bu uluslararası anlaşmaların kabul edilmesi bir büyük toplantıda gerçekleşmez. Heyetler arasındaki seneler süren görüşmelerde detaylar görüşülür ve devlet liderlerinin katıldığı son toplantıda son nokta konur sadece. 2009 yılında Kyoto Sözleşmesi’nin yerini alacak bir sonraki anlaşmanın Kopenhag’da imzalanması bekleniyordu. Ne yazık ki devletler burada bir anlaşmaya varamadılar. Gene de iki önemli karar alındı: İklim değişikliği kötü bir şeydi ve ısınmanın 2 derece ile sınırlanması gerekiyordu. Ayrıca bunun gerçekleşmesine gelişmekte olan ülkelerin de katkıda bulunmaları ve iklim krizine karşı uyum sağlamaları için Ek 2 ülkelerinin içine her sene 100 milyar dolar koyacakları Yeşil İklim Fonu oluşturulmasına karar verildi.
Kyoto Sözleşmesi’nin yerini alacak olan anlaşmanın temeli ancak 2014 yılında Lima’da atılabildi. Yalnız herkesin kabul edebilmesi için çok yanlış bir yöntem seçildi. Bu yöntemle tüm ülkelere iklim krizini durdurmak için ne yapmaya niyetli oldukları soruldu. 30 Eylül 2015’e kadar ülkeler bu Niyet Beyanlarını Birleşmiş Milletler’e sundular. 2015 yılının Aralık ayında da Paris’te bu anlaşma kabul edildi.
Paris Anlaşması’na göre küresel ısınmayı 2 derecenin oldukça altında ve mümkünse 1.5 derecede tutmamız gerekiyordu. Ancak ülkelerin niyet beyanlarının toplamı bu hedefe ulaşabilmekten son derece uzaktı. Gene de ülkemiz ve bizimle aynı kategoride sayılamayacak Güney Sudan, Eritre, Yemen gibi ülkeler dışında herkes bu anlaşmayı onayladı.
Biz, 2015’te Birleşmiş Milletler’e sunduğumuz Niyet Beyanı’na uygun davranmamıza rağmen Yeşil İklim Fonu’ndan destek almakta ısrarcı olduğumuz için bu seneye kadar imzalamamak için direndik.
Bu sene oluşan önemli değişiklik Avrupa Yeşil Mutabakatı’ydı. Buna göre ülkemiz eğer Paris Anlaşması şartlarına uyarak sera gazı salımlarına bir sınırlama getirmeyi kabul etmezse, Avrupa Birliği’ne yapacağımız ihracata ciddi bir vergi yükü geliyordu. Bunun üzerine bir de Ek 2 ülkelerinin Yeşil İklim Fonu’na aslında pek de bir bağış yapmamış oldukları anlaşılınca rüzgar birden Paris Anlaşması’nı mecliste onaylamaktan yana dönmeye başladı.
Benim düşüncem Paris Anlaşması’nın Avrupa Birliği yaptırımlarının yürürlüğe girmeye başlayacağı Temmuz 2021’e kadar Meclis’te onaylanacağı yönünde ve olaylar da o yönde ilerliyor. Önümüzdeki birkaç ay ülkemizde bu bağlamda önemli gelişmelere sahne olacak gibi görünüyor. Biz de bir yandan Paris Anlaşması’nın imzalanmasına destek olurken diğer yandan da bekleyip göreceğiz gelecek günlerin neler getireceğini.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder