2019 yılı insanlık tarihinde yaşanmış olan en sıcak ikinci seneydi. 2020 senesi muhtemelen 2019’dan da sıcak olacak. Gelecekteki pek çok senenin ortalama sıcaklığı da bugünleri aratacak. Bununla birlikte yağış rejimlerindeki değişiklik toplam yağışta bir değişiklik getirmese de bize gerekli olan su miktarının azalmasına yol açacak. Bir de bunun üzerine hızla artmakta olan insan nüfusunu eklediğimizde kendimize yarattığımız problem kolayca anlaşılabilir. Bunun üzerine bir de problemin boyutunu görmezden gelerek kömür, petrol ve doğalgaz yakmaya devam etmemiz eklendiğinde durumumuzun kötüden felakete doğru gittiğini görebiliriz.
Geçmişe dönüp baktığımızda ise yaşadığımız son buzul çağının bugünden 6 derece soğuk olduğunu görüyoruz. Çok daha kısıtlı bir bölgede yaşayan az sayıda insan bile yeterli besin bulamadığından neredeyse yok olmanın sınırına gelmiş. Şimdi 6 derece daha sıcak bir dünyaya doğru gidiyoruz. Bu daha sıcak dünya aynı son Buzul Çağı’nda olduğu gibi besin üretebileceğimiz alanları kısıtlayacak. Yalnız bu sefer çok daha önemli bir sorunumuz var. Nüfusumuz yüzlerle ya da binlerle değil milyarlarla ölçülüyor ve her geçen gün de artıyor. İklim krizi de bu artan nüfusa yakın bir zamanda besin sağlamamızı çok zorlaştıracak gibi görünüyor.
Bilim insanları gelecekteki iklimi modelleyebilmek için atmosferde gelecekte ne kadar karbondioksit olacağını bilmek zorundalar. Bu modellerde kullanılan tahminler de bizler için çok iyimserden kötümsere kadar gelecek senaryoları yaratıyorlar. Ancak zaman geçtikçe bu senaryolara dönüp baktığımızda aslında ortalamda değil en kötümser senaryoya göre hareket etmekte olduğumuzu anlıyoruz. Bu en kötümser senaryolar da bu yüzyılın sonunda dünyadaki ortalama sıcaklığın 6 derece artacağını söylüyor.
Resmi rakamlara göre bugün dünyada 821 milyon kişi her gece yatağa aç girerken üretilen besinin de üçte biri tüketilemeden çöp oluyor. Bu zarar oranı gelişmiş ülkelerde çok daha yüksek. Çöpe giden bu gıda üretimini aç insanlara ulaştırdığımızda gıda sorununu da çözmüş olacağımızı düşünerek sorunu küçümseme yoluna giriyoruz. Oysa bu problem görüldüğü kadar basit değil. Kolaylıkla dünyanın bir noktasından başka bir noktasına taşınabilen besinler zaten bozularak çöpe giden besinlerin içerisinde ufak bir azınlığı oluşturuyor. Bu nedenle de ABD’de tüketilmediği için bozulan sütü Etiyopya’daki bir çocuğa ulaştırarak bir ihtiyaca çare olmak o kadar da kolay değil. Tüm ulaşımın da atmosfere karbondioksit salarak iklim krizini artırma yolunda etki gösterdiğini de unutmamalıyız. Ayrıca besinin önemli kısmının çöpe gittiği ülkelerdeki doğum oranları da açlığın hüküm sürdüğü ülkelere oranla çok daha düşük. Bu da bir yanda tokların sayısı azalırken öte yanda açların sayısının da artacağını bize gösteriyor.
Çözüm var mı? Elbette var. Ama bu çözümler için herkesin rahatını ciddi biçimde bozması gerekiyor. Özellikle “tok” ülkelerde yaşayan insanlar ve onlar tarafından örgütlenen endüstriyel tarım şu andaki düşünce yapısıyla bu problemleri çözebilecek seviyede değil. Konu sadece teknik olmuş olsaydı çözüm bulmak çok daha kolay olabilirdi ancak sistem sorunlarını aynı kolaylıkla çözemeyiz. Ne yazık ki bu sorunların çözülmesi için bugünkü sistemin ötesinde bir yaklaşıma ihtiyacımız var.
Öncelikle şunu bilmeliyiz: Bölgemizde ve dünya genelinde su ihtiyacı her geçen gün artıyor ve artan nüfusa oranlandığında su stresi çözüm bekleyen bir problem olarak karşımıza geliyor. Bugün için hızlı nüfus artışına sahip ülkelerin önemli bir kısmı tarımsal su kullanımı açısından da su stresinde olan ülkeler.
İklim değişikliği sadece verim azalmasına neden olmayacak. Dünyanın önemli bölgeleri de iklim değişikliği sayesinde daha fazla verim almaya başlayacak. Ancak gelecek zaman içerisinde verim azalması yaşayacak bölgeler ve bu verim azalmasının şiddeti dikkate alınacak olursa muhtemel kayıpların muhtemel kazançtan çok daha fazla olacağını görebilmek zor değil.
Ayrıca küresel besin ihtiyacının her on yılda %14 artması bekleniyor. Tarımsal alanlardaki büyümenin de artık kısıtlı olacağını düşünürsek besin ihtiyacındaki bu artışın verim artışıyla karşılanması gerekiyor. Oysa iklim değişikliği ortalama bir verim artışından çok verim azalması sorununu beraberinde getirdiğinden bu sorunlara uyum sağlamak zorundayız. Üzerinde yaşamakta olduğumuz ılıman kuşakta iklim değişikliğine uyum sağlayarak verim artışı elde etmemiz mümkün olacak ama durum ne olursa olsun verimdeki kaybın azalması gelecekteki ihtiyacı karşılayacak bir boyutta olmadığından tarım dışındaki çözümlerin masaya yatırılması gerekiyor. Her ne kadar nüfus kontrolü çoğu tartışmada ilk konu dışında bırakılan önlem olsa da bu nüfus artış oranıyla her on yılda sağlanması gereken %14’lük verim artışına ulaşabilmemiz başka şekilde mümkün görünmüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder