İklim değişikliği konusunda bizleri en fazla dertlendiren konu içecek su bulabilmenin ardından yiyecek yemeğimizin de olmasıdır. Yalnız tatlı su gibi besin konusu da sadece iklim değişikliği ve bizim neler yetiştirebildiğimizle alakalı değildir. Dünyanın artan nüfusu karşısında neredeyse sabit kabul edebileceğimiz tarım alanları iklim değişmiyor olsa bile büyüyen bir problemimiz olduğunu bize gösterebilir. Tarım alanında kullanılan suni tohumlar, tarım ilaçları, suni gübre ve diğer bir sürü problem olarak gördüğümüz konu iklim değişikliği olmadan da karşımızdadır. Tüm bu problemlere küreselleşmeden dolayı oluşan yerel ürün kaybını da ekleyecek olursak iklim iyiye doğru değişse bile olası problemlere karşı dirençliliğimizin azalmakta olduğunu görürüz. Ayrıca yediğimiz ekmekteki buğday Konya Ovası’ndan değil de dünyanın diğer ucundan geliyorsa bu üretim zincirinin zarar görmesi yanında bu zincirin doğaya ve iklime verdiği zararı da hesaba katmak zorundayız. Besin üretim zincirlerinin üretim sistemlerinden küresel ticaret ve ekonomiye, doğadan nüfus artışına kadar her alanla sıkı sıkıya ilintili olduğunu aklımızdan çıkartmamamız gerekiyor. Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin ikincisi de bize ulaşmamız gereken hedefin açlığı azaltmak falan değil, açlığı yok etmek olduğunu söylüyor. Yalnız, besin üretim sistemlerinin bu derece yanlış olduğu bir gezegende bunu nasıl yapabileceğimiz son derece kuşkuludur. Buna bir de iklim değişikliğinin getirdiği ve getireceği stresleri eklediğimizde sorun iyice çözülmez hale gelebilir.
Dünyanın çeşitli bölgelerinde iklim değişikliğinin tarımsal ürün ve karasal gıda üretimi üzerindeki etkileri belirgindir. İklim değişikliğinin şimdiye kadar tarım yapılamayan bölgeleri de tarıma açabileceği söylense de bugüne kadar olumsuz etkileri olumlu etkilerinden daha yaygın olmuştur. Özellikle bazı yüksek enlem bölgelerinde olumlu eğilimler ve rekolte artışları belirgindir. Küreselleşmenin etkisiyle tüm dünyada tüketilen özellikle tahıllar ve pirinç gibi ürünler daha çok belirli bazı bölgelerde üretilmeye başlandı. Bu tür kilit üretim bölgelerinde görülen aşırı iklim olayları sonrasında gıda ve tahıl fiyatlarındaki hızlı artış, mevcut gıda piyasalarının diğer olaylarla birlikte aşırı iklim olaylarına duyarlılığını ortaya koyar. Bu tür aşırı iklim olaylarının insan kaynaklı iklim değişikliği nedeniyle artacağı bilindiğinden gıda ve tahıl fiyatlarındaki duyarlılığın da benzer şekilde artmasının muhtemel olduğu görülmüştür.
Tarımsal uyum çalışmalarının mevcut verimi ortalamada %15-18 artırması beklenebilir. Ancak uyumun etkinliği bölgeden bölgeye değişmektedir. Ortalamada %15-18 arası verim artışı denmesine rağmen uyum çalışmalarının bazı bölgelerde verimi düşüreceği, bazılarında değiştirmeyeceği, bazılarında ise çok artıracağı öngörülmektedir. Doğal olarak uyum çalışmaları hem ortama hem de kişilerin konuyu ne derece ciddiye aldıklarına bağlı olarak değişik sonuç verebilir. Bu nedenle de “eğer uyum sağlamaya çalışırsak verim %15-18 artacak” türü bir yaklaşımdansa “en doğrusunu yapalım ve sonucun iyi olacağını umalım” yaklaşımı daha doğru olacaktır. Uyumun öngörülen faydaları, tropikal bölgelerden ziyade ılıman bölgelerde daha yüksek olacaktır. Ayrıca buğday ve pirinç tabanlı sistemlerin iklim değişikliğine uyum sağlaması mısır tabanlı sistemlere oranla daha kolaydır. Bugün fazla su tüketimiyle yüksek gelir getiren mısır tarımı gelecekte aynı beklentiyle sürdürülecek olursa hayal kırıklığına yol açabilir.
Bir yandan artan gıda talebi ve öte yandan sıcaklıkların 4oC artması küresel ve bölgesel olarak gıda güvenliğine yönelik büyük riskler doğuracaktır. Gıda güvenliğine yönelik bu riskler kutuplardan Ekvatora doğru yaklaşıldığında artma eğilimindedir. 2050 yılına gelindiğinde küresel gıda fiyatlarının, enflasyonu hesaba katmadığımızda %80 artabileceği öngörülmektedir. Gıda üretiminin her basamağı iklim değişikliğinden etkilenecektir. Yalnız üretim ve dağıtım basamakları dışındaki noktaların iklim değişikliğinden ne derece etkileneceğini öngörebilmek fazla mümkün değildir. Mesela bugün Avrupa tahıl ihtiyacını Ukrayna’da karşılamaktadır. İklim modelleri ve tarımsal modelleri kullanarak gelecekte Ukrayna’da ne kadar tahıl üretilebileceğini öngörmek mümkündür. Ama üretilebilecek bu tahılın ekonomik veya politik nedenlerle üretilip üretilmeyeceğini ya da üretildiğinde nerelere dağılacağını hesaplayabilmek matematiksel modellerin beceri seviyesinin ötesindedir. Bunu ancak yaşayarak göreceğiz.
Balıkçılık, su ürünleri yetiştiriciliği ve hayvancılıkta da uyum planlamasının temelinde; uyumun değişik basamaklarda ele alınması yatmak zorundadır. Özellikle balıkçılıkla ilgili ilk basamakta önemli olan deniz ekosistemini değişikliklere karşı dirençli kılmaktır. Benzer önlemler tarım için de geçerlidir. Ne yazık ki günümüzde gerek balıkçılığın gerekse de tarımın tek ürün üzerine yoğunlaşması iklim değişikliği dışındaki problemleri de beraberinde getirmektedir. Tek bir ürün deseni üzerine yoğunlaşmak bu ürünü etkileyebilecek problemlere karşı da savunmayı azaltmak anlamına gelir. Tarlaları ekerken değişik ürünler bir arada yetiştirildiğinde zararlıların tüm tarlayı yok etme olasılığı azalır. Benzer şekilde tek bir balık türüne bağlı ekosistemlerdeki balıkçılık o türe zarar verebilecek herhangi bir sorun çıktığında durma noktasına gelir. Bu nedenle atılması gereken ilk adım ekosistemlerin olası problemlere karşı dirençli hale getirilmesidir.
Biz her ne kadar ekosistemleri dirençli hale getirirsek getirelim aşırı iklim olayları mutlaka karşımıza çıkacaktır. Dirençlilik bu olaylar karşısında almamız gereken ilk önlemdir. Ancak dirençli sistemlerin bile önceden uyarıya ihtiyaçları vardır. Bu nedenle ikinci adımımız gerek denizdeki gerekse de karadaki ekosistemleri devamlı gözlemlemek ve denge noktasından uzaklaşmaya başlandığında gerekli uyarıları yapmaktır.
Sonunda ne kadar önlem alırsak alalım bazı sistemlerdeki değişiklikler o sistemin sürdürülmesini imkansız hale getirebilir. Bu noktada atılması gereken adım da o sistem ve sektörde çalışanları ve oradan fayda sağlayanları hızla başka sistemlere ve sektörlere kaydırmaktır. Su azaldı diye tarım yapmayı bırakmamız gerekmiyor, ama hızlıca daha az suyla verim alabileceğimiz yeni bir ürün desenine geçişi sağlamamız gerekiyor. Ya da diyelim suyumuz tamamen kalmadı, o zaman da tarlamızı güneş santraline dönüştürerek kendimize gelir sağlayabileceğimiz sistemlerin çalışır durumda olması gerekiyor. Burada “sistemden” kastımız da en başta eğitimli işgücü ve sonra bunlara sağlanabilecek kredi olmalıdır. Bir bitki deseninden diğerine ya da bir besi hayvanından diğerine geçişte maddi kaynak sıkıntısı çözülecek olursa diğer problemlerin üstesinden gelinmesi de kolaylaşır.
Günümüzde gıda sistemindeki en önemli problem yetersiz üretimden ziyade üretilen besinin masaya ulaşmasında ve burada bozulmadan tüketilmesinde yatmaktadır. Özellikle masaya ulaştıktan sonra bozulan gıdanın ardında çok daha önemli sistemsel sorunlar yatmaktadır ve o sistemsel sorunları çözmeden boşa giden gıda problemini azaltmak pek de kolay değildir. Alışveriş ve tüketim alışkanlıklarımız, içinde yaşadığımız sistemin bir parçasıdır ve o sistemi iyice sarsmadan bu alışkanlıkların değişmesi çok da kolay değildir. İleride iklim şoklarının sistemi sarsacağına eminim ama önemli olan o şoklar karşımıza çıkmadan dersler çıkartıp önlemleri alabilmektir. Sadece gıda üretiminde değil, gıda işleme, paketleme, taşıma, depolama ve ticaretindeki olası yeniliklerden elde edilebilecek faydalar henüz yeterince araştırılmamıştır. Önümüzde gıda sisteminin tüm faaliyetlerinde bir dizi olası uyum seçeneği bulunmaktadır. Anamur’da muz yetişirken dünyanın diğer ucundan muz taşımak pek makul bir seçenek değildir. Bugün yaşadığımız problemlerin büyük bir kısmını muzu Anamur’dan değil Guatemala’dan getirdiğimiz için yaşamıyor muyuz zaten?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder