İşe öncelikle tanımlarımızı düzelterek başlayalım. Orman yangını dediğimiz şey temelde doğada, bizim kontrolümüz dışında oluşan bir yangındır. Günlük kullanım dilimize “orman yangını” olarak girmiş olsa da biliyoruz ki Akdeniz havzasında maki dediğimiz, diz veya bel boyu yükseklikte çalılar bulunur. Bunların da kontrolden çıkmış bir şekilde yanmasına yine orman yangını diyeceğiz. Ne yazık ki dilimizde bu tür yaban hayatı etkileyen ve kontrolde olmayan yangınlara (wildfire) verilen bir isim yok.
Bu ayrım bu yaz karşımıza bol bol çıktı. İsveç’teki ormanlarda da yangınlar görüldü, Atina çevresindeki makilik alanda da. Biz hepsine topluca orman yangını demeyi tercih ettik, bu tercihimizde de devam edelim, ama aklımızda olsun, her bölgede o bölgenin bitki örtüsüne uygun şekilde yanacak değişik bir bitki vardır ve bu her zaman orman olmak zorunda değildir.
Orman yangınlarının bugün için en başta gelen nedeni insanların daha fazla tarım arazisi açma isteğidir. Bu istek doğrultusunda özellikle tropik bölgelerde geniş orman alanları ateşe verilmektedir. Bu yanan ormanlardan çıkan karbondioksit atmosferin daha da fazla ısı tutmasına imkan vererek iklim değişikliği problemini körüklemektedir. Ayrıca orman alanlarındaki toprak tarıma fazla elverişli değildir. Yakıldıktan sonra tarım yapılmaya başlanan bölgede ilk birkaç sene yüksek verim alındıktan sonra verim hızla düşer ve ilk sefer ormanı yakarak tarım alanı açanlar bu sefer başka bir bölgeyi yakarak tarıma açma çabasına girerler. Bugün için özellikle Amazon bölgesinde karşılaşılan problemlerden biri budur. Endonezya’da ise yakılan tropik ormanların yerine palmiye dikildiğinden toprağın verim sorunu en azından bir süreliğine görmezden gelinebilir.
Doğal açıdan bakıldığında orman yangınlarının genelde üç ana nedeni vardır: İklimdeki değişiklik, yıldırım düşmesi ve volkan patlamaları. Volkan patlamalarını bir kenara ayırırsak aslında diğer iki madde hava koşulları ile ilgilidir. Bu yaz karşılaştığımız yangınlarda volkan patlamalarının etkisi olmadığından diğer iki konuya ayrıca değinebiliriz.
Sağanak yağışlı bir havada ıslak bir ormana yıldırım düştüğünde, yıldırımın düştüğü yere yakın birkaç ağaç tutuşur, ama bu yangın bütün ormanı yakıp kül etmez. Ormanın yanabilmesi için kuru ve sıcak olması gereklidir. Kuru olmasına baktığımızda iki ana nokta karşımıza çıkar. Ağaçların ya da çalıların yapılarında yeterli su olması o bölgenin yeterli yağış almasına ve toprağın da nemi tutabilmesine bağlıdır. Üniversitemizde orman yangınlarının azaltılabilmesi için toprağın su tutabilme kapasitesinin nasıl artırılabileceğine dair çalışmalar yapıyoruz. Ancak bu tür çalışmalara orman yangınları ciddi tehdit olarak görülmeye başladığı zaman hız verildiğinden çalışmalar henüz emekleme aşamasındadır.
Çok sık dikilmiş ağaçlar topraktan yeterli besin alamadıklarında ölebilirler. Ölen bu ağaçlar da ormanın altında kuruduklarında yangının en önemli besini haline gelirler. Ayrıca ağaçların altında kuruyan otlar da yangının başlamasına ve sürmesine neden olurlar. Bundan dolayı bir yandan yağış miktarının azalması, yani kuraklık, diğer yandan da sıcaklıkların artması doğal sebeplerden çıkan yangınların daha şiddetlenmesine ve uzun sürmesine neden olur.
İklim değişikliği, özellikle bizim de içinde bulunduğumuz enlemlerde yaz yağışlarının azalmasına ve sıcaklıkların artmasına neden olmaktadır. Bu nedenle Akdeniz havzasında ve Akdeniz havzasına benzer iklim koşullarına sahip olan ABD’nin güneybatısı, yani Kaliforniya eyaletinde orman yangını riski son derece artmış durumdadır. Akdeniz havzasında artan bu riske 2018 yazında Avrupa genelinde artan sıcaklıklar ve azalan yağış da eklenince normalde görülmesine alışkın olmadığımız İsveç gibi bir Kuzey Avrupa ülkesinde de orman yangınları ortaya çıktı.
İsveç’te 2018 Mayıs ayı ile Temmuz ayı arasındaki toplam yağış normalden çok çok az olduğundan özellikle Temmuz ayında normalin 10 derece üzerine çıkan sıcaklıklar orman yangınlarının pek görülmediği bir bölgede yangın çıkmasına ve yayılmasına neden oldu. Mayıs ortasından Ağustos ayına kadar yanan alan 250 kilometre kareye ulaştı. Kutup bölgesine kadar uzanan 50 değişik yerde çıkan yangınlar sonunda başlayan yağmurların da yardımıyla kontrol altına alınabildi. İsveç’teki yangınlar bir Kuzey Avrupa ülkesinde görüldüğü için önem taşımasına rağmen 2018 yılının alansal açıdan en önemli yangınları Kaliforniya eyaletinde görüldü.
Kaliforniya’daki yangınların bir kısmı bu yazıyı yazmakta olduğum sırada henüz kontrol altına alınamamıştı, buna rağmen yanan alan 3500 kilometrekarenin üzerinde bir bölgeydi. Bu Kaliforniya’da şimdiye kadar yanan alanın tamamıdır ancak yangınlar bir noktada değil çeşitli noktalarda ortaya çıktı. Gene de bir fikir vermesi açısından 3500 kilometrekare yaklaşık olarak 60 kilometre kenar uzunluğunda ve kare şeklinde bir alana karşılık gelir. Bu İstanbul ilinin Avrupa tarafında kalan alanı kadardır.
2018 yazında gündemi kaplayan esas önemli yangın ise komşumuz Yunanistan’ın başkenti Atina’nın çevresinde çıkan yangınlardı. Yangınların Atina’nın doğu kesiminde olanının çıkış sebebinin elektrik kontağı olduğu açıklandı. Yukarıda belirttiğim gibi, tamamı ormanlık olmayan bölgelerde çıkan yangın, hızı saatte 120 kilometreye varan rüzgarın da yardımıyla hızla büyüdü. Atina’nın doğusunda tarihte Maraton Savaşı ile tanıdığımız bölgeyi etkisi altına alan yangın 95 kişinin ölümüne neden oldu. Bu kayıplardan 26 tanesi denize çok yakın bir bölgede bulundu. Denizden kurtarma sırasında da devrilen bir teknede 10 kişi boğularak öldü.
Bu yangınlar bize neleri öğretti? Öncelikle, yangın mutlaka güney ülkelerinde olmak zorunda değil, iklim değişikliği ile kuraklık ve sıcak hava dalgaları kutuplara doğru yayıldığında yangınlara hazırlıklı olmayan bu bölgelerde de yangınlar görülmeye başlanacaktır. Yangınların normalde sıklıkla görüldüğü Akdeniz havzası ve Kaliforniya gibi bölgelerde ortaya çıkacak yangınların şiddeti artacağından gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir. Mesela 2017 yılı sonunda Kaliforniya’da 129 milyon ölmüş ağaç olduğu düşünülmektedir. Bu ölü ağaçlar ormanlardan temizlenebilecek olsa oluşacak yangınlara verecekleri katkı da azalacaktır.
Ama belki de daha önemlisi, can kaybının azalması için ya da önlenebilmesi için yangının çok hızlı hareket edebildiğini öğrenmemiz gereklidir. Bir orman yangını saatte ortalama 10 kilometre hızla yayılabilir. Bu, sağlıklı bir insanın ancak koşarak kaçabileceği bir hızdır. Atina’daki yangında 26 kişinin denize çok yakın bir yerde yanarak ölmesi ise bizim beklemediğimiz bir anda yangının yolumuzu kesebileceğinin bir göstergesidir. Dolayısıyla almamız gereken en önemli ders orman yangınlarını hafife almamak ve olabildiğince hızlı davranmaktır. Çünkü unutmamamız gereken önemli nokta Kaliforniya ve Atina yangınlarının ortak özelliğinin bizim coğrafyamıza çok benzer noktalarda ortaya çıkmış olmasıdır. Gelecek senelerde bizim de başımıza gelmemesi için elimizden gelen her türlü önlemi almak zorundayız.
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSil