Hayattaki çoğu problemimiz “şimdi” ve “burada” temelli problemlerdir. “Şimdi ve burada”dan en az birinin olmadığı önemli bir problem düşünmemiz oldukça zordur. Oysa iklim değişikliği “şimdi ve burada”dan ziyade “gelecekte ve başka yerde” şeklinde algılanan bir problemdir. ABD’de yapılan bir araştırma çoğu kişinin ülkenin önemli kesiminin iklim değişikliğinden etkileneceğine inandığını gösteriyor. Ama aynı kişilere “Peki siz iklim değişikliğinden etkilenecek misiniz?” diye sorulduğunda bu kişilerin çoğunluğu etkilenmeyeceklerine inanıyor. Bu, insanların iklim değişikliğine bakışlarını açıklamaya yeterli. “Evet, öyle bir problem olduğuna inanıyorum, ama benim daha önemli problemlerim var ve beni etkileyeceğini düşünmüyorum.”
Bunun yanında ülkemiz insanı gördüğü değişiklikleri de küresel bir değişimle bağdaştırmıyor. “Evet, artık kar yağmıyor çünkü bu kadar yüksek bina diktiler” veya “Evet, bizim dereye baraj yaptıklarından bu yana hava çok ısındı” sıkça duyduğumuz yorumlar oluyor. Bir türlü yaktığımız kömür, petrol ve doğal gaz ile bunun sonucu olarak ortaya çıkan küresel ısınmayı bir sebep sonuç ilişkisi içerisinde birleştiremiyoruz. Bunu yapamayınca da iklim değişikliği bizler için havada kalan bir kavram oluyor. Havada kalan bu kavramdan günlük yaşamımızı, kararlarımızı ve politikalarımızı etkilemesini beklemek gerçekçi olmuyor.
Oysa ülkemiz Dünya’da belki de iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek yerlerden biri olan Akdeniz Havzasının doğusunda yer alıyor. Uzun süredir gündemimizi dolduran Arap Baharı ve Suriye sorununu yaratan ögelerden biri bölgede uzun süredir yaşanan kuraklık. Bölgemizde bu tür iklim değişikliği problemlerinin gelecekte de sıklığını artırması bekleniyor. Artan sıcaklıklar yanında azalan ve azalmaya da devam edecek olan yağışlar artık bölgemizin gerçeği haline gelmiş durumda.
İklim değişikliği problemini yaratan ise Endüstri Devrimi’nin başından bu yana yakmakta olduğumuz kömür, petrol ve doğal gaz. Bu yakıtların yanması ile oluşan karbondioksit Dünya’yı sarmalayarak enerji dengesini bozuyor ve tüm atmosferin ısınmasına yol açıyor. Atmosfere salınan karbondioksit dışında iklimi etkileyen daha pek çok unsur var, ama bunların toplamı bile karbondioksidin etkisine yetişemiyor. Bu nedenle probleme bizim kömür, petrol ve doğal gaz yakmamız olarak bakmamız yeterlidir. Bu yakıtları kullanmayı durdurup biraz da endüstriyel hayvancılıktan vazgeçsek iklim değişikliği problemini çözmüş oluruz. Konu bu kadar basit.
Ayrıca unutmamamız gereken önemli bir nokta da kömür, petrol ve doğal gazın bir sonu olduğu. Yani hiç bitmeyecekmiş gibi yakıp tükettiğimiz ve gezegenimizin atmosferini ısıttığımız bu fosil yakıtlar kısa sürede bitecek ve bunun sonunda da önceden önlem alınmazsa Dünya ekonomisi içinden çıkılmaz bir kargaşaya sürüklenecek. Ama bu “şimdi” ve “burada” gerçekleşmeyeceğinden kafamızı kuma gömmeye devam edebiliyoruz. Gezegenimizin sürdürülebilirliği açısından konuya baktığımızda ise tükendiğinde ekonomileri krize sürükleyecek bir kaynağı tüketerek gezegendeki bizler de dahil tüm canlı yaşamanı tehlikeye sokacak bir gelecek yaratıyoruz.
Durumun ne derece vahim olduğunu çok basit bir örnekle anlatayım. Kutuplarda eridiğinde tüm Dünya’daki deniz seviyesini 80 metre yükseltecek kadar buz var. Bugün yaktığımız kadar kömür, petrol ve doğal gaz yakacak olursak bu yüzyılın sonuna varmadan o buzulların tamamını erime noktasına kadar ısıtmış olacağız. Dünya nüfusunun neredeyse yarısı gelecekte sular altında kalacak bu bölgelerde yaşıyor ve oralarda üretilen besinleri tüketiyor. Bu felaketin sonuçlarını düşünmek bile istemeyiz.
Peki neler yapıyoruz? Aslında ne ülkemiz ne de diğer ülkeler bu konuda fazla bir şey yapıyor. Hemen herkes bu problemin farkında ama sonuca etki edebilecek ülkelerde iklim değişikliği problemi güvenlik ve ekonomi gibi konularla kıyaslandığında halkın kafasında yeterli yer almıyor. Halk bir problemi öncelik sırasında en tepeye taşımazsa üstteki yöneticiler de bu problemi çözmek adına gereken adımları atmak istemezler, özellikle de bu adımlar kişilerin rahatını bozabilecek adımlarsa.
Bu noktada ülkeleri de üçe ayırmakta fayda var. Başta ABD ve İngiltere gibi iklim değişikliğinin tarihsel olarak nedeni olan ve bu değişiklikten çok da etkilenmesi beklenmeyen ülkeler var. Bu tür gelişmiş ülkelerin ellerinden gelen tüm çabayı iklim değişikliğinin etkilerini durdurmaya yöneltmeleri gerekir. Bir de gerek tarihteki salımlarıyla gerekse de bugünkü yapılarıyla iklim değişikliğine neden olmamış ama bu değişiklikten çok kötü etkilenecek ülkeler var: Tuvalu veya Bangladeş gibi. Bu ülkelerin kendilerini koruyacak ekonomik kapasiteleri de olmadığından iklim değişikliğinin daha büyük sorumluluğunu taşıyan gelişmiş ülkelerin etkilenecek bu ülkelere yardım etmesi gereklidir.
Bir de ülkemiz gibi tarihi sorumluluğu olmayan ama gelişmişlik düzeyi ile problemin çözümüne katkı yapması beklenen ülkeler var. Bu ülkelerin üzerine iki ana sorumluluk düşüyor. Bunların ilki, geçmişte olmadıkları gibi, bugün de problemin bir parçası olmamayı seçmek. Günümüzde özellikle yenilenebilir kaynaklardan enerji üretmenin maliyeti kömür, petrol ve doğal gazdan enerji üretmenin maliyetinin altına düştü. Eğer devlet desteği olmayacak olsa kömürlü termik santraller rüzgar santralleri ile fiyat bazında baş edemezler. Bu durumda yeni bir kömürlü termik santral yapımına izin vermek çözümün değil problemin bir parçası olmayı seçmektir. Yapılan her kömürlü termik santralin en az 50 sene kullanım ömrü olduğu düşünülecek olursa karşımızdaki problemin gereksizliği ortaya çıkar. Daha pahalı ve zararlı bir şeyi 50 sene boyunca neden desteklemeye devam edelim?
Ama bizim gibi iklim değişikliğinin etkileri açısından ciddi risk altındaki ülkeler karbon salımlarını azaltmaya yönelik çabalardan çok daha fazlasını başımıza gelecek olan sorunların bertaraf edilmesine harcamak zorundalar. Hani elimizde 100 birim para varsa, bunun 10-20 birimini sera gazı salımlarımızı azaltmaya kullanıyorsak 80-90 birimini iklim değişikliğinin etkilerine uyum yönünde kullanmalıyız.
Ülkemizde de dünyanın çoğu ülkesinde olduğu gibi iklim değişikliği daha önemli bir gündem maddesi olmadığından azaltım ya da uyumdan hangisi öncelikli olmalı türü bir tartışmaya bile daha yeni yeni girişiyoruz. Umarım bu yolda yakın zamanda daha hızlı adımlar atmaya başlarız, yoksa gelecek bölgemiz açısından çok parlak görünmüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder