İklim değişikliği bugüne kadar karşılaştığımız problemlerden çeşitli nedenlerle farklı bir problemdir. Diğer konularla arasındaki en önemli fark küresel bir problem olması ve tüm gezegeni derinden etkileme ve değiştirme riski taşımasıdır. Bu nedenle de iklim değişikliği problemine bakışımız diğer tüm konu ve sorunlara yaklaşımımızdan doğal olarak farklı olacaktır. Bilim alanında aşina olduğumuz klasik problemlere alışılmış ve üzerinde anlaşılmış bir yaklaşım söz konusudur.
Normal bilim dediğimiz bu yaklaşımda gözlemler ve deneylerle kurduğumuz hipotezi sınayarak kurallara varmaya çalışırız. Bu tür bilimsel yaklaşımda belirsizlikler bir yandan çok az olduğundan, öte yandan da belirsizliklere izin verilmediğinden yargılara varma konusunda keskin davranma zorunluluğu vardır. Mesela CERN’de yapılan deneyler sonunda Higgs bosonunun varlığını kanıtlamak için elde edilen verilerin şans eseri oluşmayacağı bizim normal hayatta kullandığımız kesinliklerin çok ötesinde belirlenir. Bunun nedeni de normal bilimin doğasıdır. Normal bilimde belirsizliklere yer yoktur.
1992 yılında Rio’da toplanan dünya devletleri iklim değişikliğini görüştüler ve önemli kararlar aldılar. Bu kararların belki de en önemlisi sözünü ettiğimiz belirsizlikle ilgili olan karardır. Dünyadaki neredeyse tüm ülke yetkilileri iklim değişikliğinin çok önemli riskler taşıdığına ve devletlerin bilimsel belirsizlikleri bahane ederek önlem almaktan kaçınmamaları gerektiğine karar verdiler.
İklim değişikliği bilimsel anlamda önümüze yeni ve değişik bir problem getirdi. Bu problemde artık hem önemli derecede belirsizlik bulunuyor hem de sonuçlar çok büyük riskler içeriyor. Bu yeni bilimsel yaklaşım gereksinimine de normal ötesi (post-normal) bilim adı verildi (Funtowicz ve Ravetz, 1992).
Normal ötesi bilimin normal bilimden ciddi anlamda ayrılmasının en önemli nedenini belirsizlik ve risk oluşturuyor. Yani bu problemde normal bilimin kullandığı “verileriniz kaç standart sapma farklı olursa yeni bir bulgu sayılabilir” türü yöntemleri kullanabilmemize imkan bulunmuyor. Hepimiz biliyoruz ki içinde çok önemli belirsizlikler barındıran bir problemle uğraşıyoruz, ama bu belirsizlikler yakın ve orta gelecekte insanlık ve dünya açısından çok önemli riskleri de beraberinde getirebilir.
Normal ötesi bilimde bu nedenle bir bilim insanının laboratuvarından yaptığı deneyler yaklaşımının çok ötesine geçmemiz gerekiyor. Bu yeni yaklaşım içerisinde tüm paydaşları barındıran bir yaklaşım olmak zorundadır. İklim değişikliğinin ne olduğuna ve nedenlerine karar verdikten sonra yapılması gerekenler hepimizi ilgilendirdiği için tüm paydaşların da katılımı ile bir karar sistemi oluşturmak gereklidir. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) de tam olarak bunu sağlamak için oluşturulmuştur. Artık yeni bir bilimsel yaklaşım ve bilimsel verileri paylaşım yöntemine ihtiyacımız vardır.
Yalnız burada karşımıza iklim değişikliğinin en önemli problemlerinden birkaçı çıkıyor. Normal bilimdeki kütleçekim dalgalarının keşfi kimse açısından önemli bir kazanç veya zarar nedeni olarak kabul edilmeyecek olsa da normal ötesi bilimdeki iklim değişikliği problemi her şeyden öte ekonomiyi derinden etkileyecek bir problemdir.
İklim değişikliğinin (neredeyse) tartışmasız nedeni, miktarı atmosferde her geçen artmakta olan sera gazlarıdır. Sera gazlarının miktarındaki artışın en önemli nedeni de insanların yaktıkları kömür, petrol ve doğal gazdır. Dünyadaki en büyük şirketlerin önemli bir kısmı gelirlerini bizlere kömür, petrol ve doğal gaz satarak elde eden şirketlerdir. Dolayısıyla bu şirketler, tamamen maddi kaygılarından dolayı iklim değişikliği biliminin paydaşlarından biri oluyorlar.
Paydaşlardaki bu değişiklik probleme bakışımızı da etkileyebiliyor. Kütleçekim dalgalarının keşfi işine gelmeyecek bir Fortune 500 şirketi olmayacağından konuya tamamen normal bilim açısından yaklaşmamızda bir sakınca bulunmuyor. Ancak gelirleri sera gazı salmaya bağlı olan dev şirketler bilimsel verileri bir sis bulutu arkasına saklayarak kendi alternatif gerçekliklerini yaratma konusunda usta olduklarından normal ötesi bilimin de bilimsel veriye yaklaşımı daha temkinli olmak zorunda kalıyor.
Mesela 1998 yılı normalden çok daha kuvvetli bir El Nino senesiydi, yani dünyanın ortalama sıcaklığı küresel ısınmanın da etkisiyle uzun yıllar ortalamalarının çok üzerine çıktı. Ancak bilim insanları bu fazla yükselişin sadece 1998 senesine özgü olduğunu ve ertesi sene El Nino şartları görülmediğinde ortalama sıcaklıkların azalacağını hemen söyleyebiliyorlardı. 1999 yılı sıcaklıkları 1998 yılından daha düşük çıktığında fosil yakıt lobisinin propaganda makinesi “küresel ısınma bitti” sloganıyla ortaya çıktı. Bu nedenle hepimiz ortaya koyduğumuz söylemlerde son derece dikkatli olmak zorundayız. Çünkü normal bilim yaparken kullandığımız argümanları normal ötesi bilim için de kullandığımızda bu lobiciler gerçekleri hızla ve büyük bir yetenekle saptırabilirler.
Tüm bunları anlatmamın arkasındaki ana neden özellikle bu yaz karşılaştığımız olağan dışı hava olaylarından sonra konuşmalara hakim olan “bu olaylar normal, hep olur” tarzının yarattığı etkidir. İklim biliminde normal tabii ki önemlidir, ama iklim değişikliği bu normalin her geçen sene biraz daha değişmesine neden olmaktadır. Bugün karşılaştığımız doğa olayları daha önce karşılaşmadığımız veya görmediğimiz olaylar değildir. Ancak küresel ısınma bu olayların hem şiddetini hem de sıklığını artırmaktadır. Bu nedenle de karşılaştığımız bu olağan dışı olaylara “bu olaylar normal, hep olur” tarzındaki bir yaklaşım önemli bir problem yaratır.
İklim değişikliği her ne kadar dev şirketlerin sattıkları kömür, petrol ve doğal gaz nedeniyle meydana geliyor olsa da onların sattıkları kömür, petrol ve doğal gazı satın alan da bizleriz. Biz karşımızda bir problem olduğunu algılar ve bir paydaş olarak çözüme yönelik adımlar atmak zorundayız. Ama duyduğumuz her “bu olaylar normal, hep olur” cümlesi çözüme yönelik adımlar atmak isteyen bireyin atacağı adımı tekrar düşünmesine neden olabilmektedir.
Normal ötesi bilimde bilim insanının sorumluluğu sadece normal bilimde kullandığı terminoloji ile konuşmak değil normal ötesi bilimin bizleri karşılaşmak zorunda bıraktığı belirsizlik ve riski de hesaba katarak davranmaktır. Bu sorumluluğu sadece normal bilim olarak gören bilim insanları çözümün değil problemin bir parçası olmaya başlıyorlar. Bu da 1992’de Rio’da tüm devletlerin üzerinde anlaştığı belirsizliklere rağmen önlem alınması prensibine zarar veriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder