18. yüzyıl’ın ortalarında buhar makinesinin icadıyla insanlık doğada iki önemli değişiklik yapabilme imkanına kavuştu. Buhar makinesi daha önce insanların kol veya hayvanların gücüyle yaptıkları işleri kömür kullanarak buhar gücüyle yapmayı sağlıyordu. Bu reform doğal olarak üretimde ciddi anlamda bir artışa neden oldu. Üretimdeki bu artışı sağlayabilmek için makinalar ve gücün yanı sıra hammadde de gerekliydi. Dolayısıyla insanlık daha önceleri görülmemiş bir hızla dünyanın doğal kaynaklarını tüketmeye başladı.
Ama buhar makinesi kömür yakmaktaydı. Yakılan bu kömürden dolayı atmosfere karbondioksit gazı salınıyordu. Salınan bu karbondioksit gazı da atmosferin ısıya olan geçirgenliğini değiştirerek dünyanın git gide ısınmasına neden oluyordu.
Yani Endüstri Devrimi bir yanda bize gelişme açısından önemli imkanlar sunarken öte yandan da doğaya verdiğimiz zararı arttırmaktaydı. Ancak doğanın kaynaklarını sınırsız kabul ettiğimiz zaman, ne kullandığımız hammadde ne de saldığımız karbondioksit fazla bir önem taşır. Ne de olsa biz arabaları üretmek için gerekli metalleri madenlerden kolaylıkla çıkartabiliyorduk, arabalar ise yaktıkları benzinden çıkan karbondioksidi serbestçe atmosfere salabiliyorlardı.
Sonra 1896 yılında İsveçli bir bilimci olan Svante Arrhenius ilginç bir keşif yaptı: Kömür, petrol ve doğalgaz yaktığımızda atmosfere salınan karbondioksit aslında dünyanın ısınmasına yol açıyordu.
1972 yılında ise gezegenin geleceği ile ilgili kaygılar taşıyan Roma Kulübü isimli sivil toplum kuruluşunun isteği ile Donella Meadows, Dennis Meadows, Jorgen Randers ve William Behrens “Büyümenin Sınırları” adındaki kitabı yayınladılar. Bu kitap hammadde kullanarak toplumların daha nereye kadar büyüyebileceğini inceliyor ve yaşamakta olduğumuz büyümenin sınırları olduğu ve bu sınırlara doğru yaklaştığımız sonucuna varıyordu.
Öyleyse başımızda iki tane temel sorun var demektir. Üretim yaparken ve bu ürettiklerimizi dağıtırken önemli miktarda karbondioksidi atmosfere salıyoruz. Bu saldığımız karbondioksit dünyayı ısıtıyor ve canlılar için yaşanması güç bir hale sokuyor. Öte yandan üretim yapmak için kullandığımız hammaddeler de her geçen gün azalmakta. Kapalı bir sistem içerisinde yaşadığımızdan ve uzayda maden aramak henüz çok gerçekçi bir çıkış yolu olarak görülmediğinden bu iki sorunu giderebilmek için önümüzde iki basit seçenek var. Ya daha az tüketeceğiz, ya da üretimde daha az hammadde kullanıp daha az karbondioksit yayacağız.
Aslında temel çözüm daha az tüketmekten geçiyor, çünkü ne yaparsak yapalım sonunda içinde yaşadığımız sistemin sınırları karşımıza dikilecek. Ama bunu insanlara anlatmanın zorluğu karşısında diğer seçeneği de düşünmemiz gerekiyor. Üretim yaparken daha az hammadde kullanıp daha az karbondioksit salmak zorundayız.
Üretim yaparken daha az hammadde kullanmanın yolu tabii ki daha üstün teknoloji kullanmaktan geçiyor. Ancak yeni teknolojiler üretmek ne kolay ne de ucuzdur. Bu nedenle daha ucuz ve kolay bir yolu asla gözden kaçırmamalıyız: Geri dönüşüm. Geri dönüşüm daha az hammadde kullanarak aynı üretimi yapabilmenin en kolay yollarından biridir.
Yaşamımızda ürettiğimiz çöpün neredeyse tamamı geri dönüştürülebilir. Ancak geri dönüştürme kavramımızı biraz genişletmemiz gerekir. Günlük hayatta ürettiğimiz çöpü kabaca ikiye ayırabiliriz: Organik atıklar ve organik olmayan atıklar, yani yemek atıkları ve diğerleri. Organik atıkları azaltmak zaten en önemli görevimiz olmalıdır, çünkü bu organik atıkları üretmek için doğanın tüm kaynakları kullanılmaktadır. Bu nedenle de besin maddelerini olabildiğince doğru miktarda satın alıp bozulmadan tüketmek her zaman için en doğru çözümdür. Ancak yemek atıklarını da geri dönüştürmek mümkündür. Bu geri dönüşüm sonunda tarımda kullanılabilecek olan gübre elde ederilir. Yiyecek maddelerinin tümü temelde hava, su ve gübre kullanılarak elde edildiğinden atıkları da tekrar gübreye çevirebilmek mümkündür. Eğer bu atıkları işlemden geçirmeden çöpe atacak olursak bu maddeler çürüyerek atmosfere metan gazı salarlar. Metan gazı da karbondioksitten 25 kat daha kötü bir sera gazıdır. Yani bir metan molekülünün atmosferi ısıtma etkisi bir karbondioksit molekülünden 25 kat daha fazladır.
Metanın bu zararlı etkilerini azaltmak için yapılabilecek en faydalı işlem organik atıkları gübreye çevirmektir. Bu, evlerde yapılabilecek bir işlemdir. Ancak çoğumuzun çıkan gübreyi kullanabilecek bir imkanı olmadığından bu konu pek gündeme gelmemektedir. İkinci yol çöplerden çıkan bu metan gazını toplayarak yakıp enerji kazanmaktır. Böylece hem metanın atmosfere zarar vermesini hem de boşa gitmesini engellemiş oluruz. Yalnız, metan yakıldığı zaman da atmosfere karbondioksit salınır. Dolayısıyla atmosfere verilen zararı çöpleri yakarak tamamen yok etmek mümkün değildir.
Organik çöpler hariç ürettiğimiz atıkların ise neredeyse tamamı geri dönüştürülebilir. Geri dönüşümü sağlamak için işe kaynaktan başlamak gerekir. Yani çöp nerede üretiliyorsa orada ayırıştırılmalı ve o şekilde toplanabilmelidir. Unutmayalım, atıklarımızın tümünü üretmek için enerji harcanıyor. Enerji üretmek için de ülkemizde çoğunlukla doğalgaz ve kömür kullanıldığından atmosfere bolca karbondioksit salınır. Bu nedenle üretimde ne derece az enerji harcarsak atmosfere verdiğimiz zararı da o derece azaltırız.
Bu noktada ülkemiz gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında epey geri noktada bulunmaktadır. Bunun temel nedeni de eğitimsizliktir. Mesela plastikleri geri dönüştürmeye çalıştığımızda bizim için plastik plastiktir. Oysa plastiğin farklı şekillerde toplanıp geri dönüştürülmesi gereken 7 farklı türü vardır. Mesela plastik su şişesinin kendisi ve kapağı farklı iki maddeden yapıldığından bunların ayrı ayrı geri dönüştürülmesi gerekir. Siz kapağı şişeyle birlikte geri dönüşüme attığınız vakit birinin kapağı şişeden ayırması gerekmektedir. Benzer örnekler diğer tüm malzemeler için de verilebilir. Burada önemli olan ayırımın mümkün olduğunca kaynakta yapılması ve o noktadan sonra da tekrar karışmamasıdır.
Yanlış bildiğimiz konulardan biri plastiklerin çevreyi kirlettiğidir. Eğer siz suyu tükettiğinizde elinizdeki su şişesini sokağa atarsanız bu çevre kirliliği yaratır. Oysa aynı plastik şişeyi geri dönüşüme atmakla hem çevreyi kirletmemiş hem de şişenin üretimindeki enerji maliyetini azaltmış olursunuz.
Geri dönüşümle ilgili bilmeniz gereken bir diğer konu da geri dönüşüm sırasındaki enerji maliyetidir. Bazı maddeleri geri dönüştürmek için çok fazla enerji tüketmek gerekli olabilir. Mesela alüminyum geri dönüştürülmesi en masraflı hammaddelerden biridir. Ama alüminyum aynı zamanda üretimi en masraflı maddelerden biridir. Alüminyum her geçen gün doğada daha az bulunan bir hammaddedir. Bu nedenle, evet, alüminyum kutuları geri dönüştürmek çok önemlidir, ama kullandıktan sonra çöp olan bu nesneleri satın alırken ambalajların doğaya verdiği zararı da hesaba katmak zorundayız. Çünkü her geçen gün hem üretim yapabileceğimiz maddeleri azaltıyor hem de yaptığımız üretim sonunda doğaya ve iklime zarar vermeye devam ediyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder