Ülkemiz her geçen yıl gerek nüfus gerekse de ekonomik açıdan daha da büyümektedir. Bu büyümenin en doğal sonuçlarından biri gittikçe artan enerji ihtiyacıdır. Her türü ile enerji, hayatımızın büyük bir parçasını egemenliği altına aldığından, bu enerji ihtiyacını karşılayabilmek devletin planlaması açısından yaşamsal önem taşımaktadır. Bu planlamanın iç ve dış politikayı ilgilendiren pek çok unsuru bulunmaktadır. Bu yazı bağlamında bu politik unsurlardan ziyade konunun teknik yanlarını ele alınacaktır.
Enerji ihtiyacını karşılayabilmenin iki temel yolu var. Bunların biri enerji arzını arttırmak diğeri de enerji talebini azaltmaktır.
Ekonomiyi küçültmeden ve vatandaşları kısıtlamadan enerji talebini azaltabilmenin tek yolu enerji verimliliğini arttırmaktır. Ülkemizde enerjinin çoğunluğu devlet ve endüstri sektöründe kullanıldığından başta “Aman evdeki televizyonunuzu düğmesinden kapatın.” türü kamu spotlarındansa özel sektörün ve özellikle de devletin enerji tüketimini kontrol altına alması gerekmektedir. Sanayinin gelişimini teşvik etmek doğru bir politika olabilir ancak bununla birlikte sanayiye verilen enerjinin aslında bir bedeli olduğu ve aynı işi üretmek için daha az enerji tüketen işletmelerin de teşvik edileceği bir sistem kurulması gerekmektedir. Sanayide enerji verimliliğini sağlamak önemli bir gelir kalemi olmadığı müddetçe enerjiyi doğru kullanabilmemiz mümkün olmayabilir.
Enerjiyi doğru kullanmadığımız zaman karşımıza çıkan temel sorunlardan biri de doğal olarak daha fazla enerji üretmek için potansiyel artırımı olacaktır. Bizler öğrenciyken derslerde öğretilen ülkemizin su zengini bir ülke olduğu ve enerji ihtiyacını barajlardan kazandığıydı. Ancak günümüze geldiğimizde hem ülkemizin su zengini olmadığını hatta aslında su fakiri olmaya doğru hızla yol aldığını, hem de barajlardan elde ettiğimiz enerji oranının tüm elektrik enerjisi üretiminin yaklaşık %20'sini ancak bulduğunu görüyoruz. Ayrıca geçen zaman içerisinde yağış rejimlerindeki değişimle barajlardan kazanabileceğimiz enerjinin azalmasının yanında bir de bu barajların doğaya verdikleri zarar görüldüğünden barajlara güvenerek enerji planlaması yapabilmek doğru bir çözüm olmamaktadır.
Küresel iklim değişikliğinin nedenlerinin başında bizlerin atmosfere saldığı sera gazları gelmektedir. Bu sera gazlarının en önemlisi ise karbondioksittir. Karbondioksit bizim yaktığımız fosil yakıtlardan; yani kömür, petrol ve doğalgazdan dolayı atmosfere salınmakta ve küresel ısınmaya yol açmaktadır. Fosil yakıtların da en önemli kullanım amacı elektrik enerjisi üretimidir. Ülkemizdeki elektrik enerjisi üretiminin yaklaşık %70'i fosil yakıtlar kullanılarak yapılmaktadır. Bu miktarın çoğu yurtdışına bağlı olduğumuz doğalgazın termik santrallerde yakılması ile sağlanmaktadır. Kömür yakan termik santrallerde bile çoğunlukla kendi ülkemizden çıkartılan düşük verimli linyit kömürü yerine ithal kömür kullanılmaktadır. Linyit kömürü kullanıldığında ise bunun küresel ısınmaya kötü etki etmesinin yanı sıra hem çıkartılırken yaşanan maden kazaları hem de yandığında çıkan diğer zararlı maddeler nedeniyle istenmeyen etkilerinin hayli fazla olduğu görülmektedir.
Ancak devletimiz artan enerji ihtiyacını karşılamak için ilk olarak yerel kömürle çalışan termik santraller yapımına öncelik vermiştir. Bu tercih çevre kirliliği açısından bakıldığında en kötü çözümdür. Bunun alternatifi olarak ithal kömürle çalışan termik santraller ve doğal gaz santralleri görülmektedir. Hidroelektrik santralleri yapımında ise çevre etki değerlendirme raporu istenmesi zorunluluğu kaldırıldığından bu yana özellikle yurtdışından bulunan kredilerdeki azalma bu sektörün de durağanlaşmasına yol açmıştır. Ayrıca 2012-2014 arasında yaşanan ciddi kuraklık bu tesislerdeki enerji üretiminin sürdürülebilirliği açısından önemli soru işaretleri de oluşturmuştur.
Tüm bu olumsuzlukların yanında aslında karşımızda önemli iki sorun bulunmaktadır. Bunların ilki ve en önemlisi küresel iklim değişikliğidir. Bu değişiklik dünya üzerindeki yaşamı ciddi anlamda tehdit ettiğinden diğer tüm sorunlar karşısında çok daha büyük ağırlık taşımaktadır. Yani konu dünyadaki yaşamın geleceği ise gerisi teferruattır. Bu nedenle ne durumda olursak olalım, fosil yakıt tabanlı sistemler üretmekten uzak durmamız gerekmektedir. Bunun en önemli sebebi, kömürle çalışan bir termik santral kurulduğunda bu santralin ömrü kadar, yani en az 40-50 sene bu santralde kömür yakılarak atmosfere karbondioksit salınacağı gerçeğidir. Ekonomik açıdan elimizdeki kömürle çalışan termik santralleri kapatamasak bile en azından yatırım planlarımıza yenilerinin yapılmaması gereğini koymak zorundayız. Dünyanın geleceğini hiç düşünmesek bile petrol, kömür ve doğalgaz üretimi sürdürülebilir değildir. Yakın gelecekte miktarları azalıp talebe bağlı olarak fiyatları arttığında üretilecek olan elektriğin de bize olan maliyeti gün geçtikçe artacaktır. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın fosil yakıtlara dayanan elektrik üretim sistemlerini terk etmemizin vaktinin çok geçtiği görülebilir.
Bu durumda devletin enerji sağlama sorumluluğunu yerine getirmek için yenilenebilir enerji kaynaklarından enerji üretimine destek vermesi en doğru çözümdür. Fosil yakıtların aksine yenilenebilir kaynaklardan, yani güneş ve rüzgârdan elde edilen enerjinin maliyeti gelişen teknolojilerle birlikte her geçen gün düşmektedir. Güneş ve rüzgâr enerjisi doğanın bize sunduğu kaynaklar olduğundan çok uzun süre tükenmeden bize enerji sağlayabilirler.
Güneş ve rüzgâr kaynaklı yenilenebilir enerjinin bu denli büyük avantajlar getirmesinin karşısında enerji sağlamada devlet tekelinin kırılmasına neden olmalarından dolayı devletimiz bu yenilenebilir enerji türlerine çok da sıcak bakmamaktadır. Oysa enerji ihtiyacı bizden çok daha fazla ama yenilenebilir enerji kapasitesi bizim çok altımızdaki Orta ve Kuzey Avrupa ülkeleri enerjilerinin çoğunu bu kaynaklardan sağlayacak altyapıyı kurarak önemli bir adım atmış durumdalar. Kıt yenilenebilir kaynaklara sahip ülkelerin bile bu yolda bizden ileri olmaları “yenilenebilir kaynaklardan ihtiyacımızın tamamını karşılayamayız” argümanının da ne denli hatalı olduğunu gözler önüne sermektedir.
Tüm bu seçimlerle karşılaşan devletimiz bir nükleer santralin temelini atmış, diğeri için de anlaşmaları tamamlamış durumdadır. Dünyanın karşılaştığı en büyük sorunun küresel iklim değişikliği olduğu perspektifinden konuya yaklaştığımızdan nükleer santraller atmosfere fosil yakıtla çalışan termik santrallerden çok daha az zarar verirler. Bu nedenle, yenilenebilir kaynaklardan yeterli miktarda elektrik üretmemek ve ürettirmemekte ısrarcı olan devletimiz açısından önümüze fosil yakıtlar veya nükleer enerji seçimi sunuluyorsa benim seçimim nükleerden yana olacaktır.
Unutmamamız gereken son bir noktayı geçtiğimiz ay birlikte yaşadık. Elektrik üretim ve dağıtım sistemimizde yaşanan arızayla birlikte ülkenin önemli bir kısmına elektrik enerjisi verilemedi. Bu aslında neden nükleer enerjiye ihtiyacımız olduğunu değil aslında neden dağıtılmış sistemlerle herkesin mümkün olduğu ölçüde kendi elektriğini üretmesi gerektiğini gösteren bir kanıttır. Elektrik enerjisi üretimini merkezileştirmek bu şekilde yaşanacak sorunları sadece arttırır. Ülkenin her yerinde güneş ve rüzgârdan kendi enerjimizi üretebilecek olursak merkezi sistemlerde oluşabilecek arızalara karşı da dayanıklılığımız o derece artar. Bu da sürdürülebilir bir sistem oluşturmamız için atılacak en önemli adımlardan biridir.
Yazının yayınlanmış halini EKOIQ Mayıs 2015 sayısında bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder