Orijinal yayın: 02.10.2008
Günlük
hayatımızda yaptığımız pek çok tercih ve verdiğimiz pek çok
karar az ya da çok ahlaki değer yargılarımızı yansıtıyor. Her
ne kadar gerçek centilmen geceleri yatakta kendi başına esnerken
bile ağızını eliyle kapatandır dense de neredeyse hepimiz
ahlaksal yargılarımızda kendi çevremizle sınırlı kalırız.
Ancak her geçen gün daha da küreselleşen içsel dünyamız iklim
değişikliği ve bu değişikliğin getirdiği kişisel ve toplumsal
sorumluluklar söz konusu olduğunda daha önce pek de karşılaşmadığı
sorunlara çözüm bulmak zorunda kalabiliyor.
Soruna
temel bir örnek olarak tutukluların ikilemini alabiliriz. Ağır
bir suçtan dolayı yakalanan iki tutuklu düşünün. Polis bu iki
şüpheliyi yakalamıştır ve ikisi de suçludur, fakat polisin
elinde fazla delil olmadığı için ciddi çareleri ikisini
birbirine karşı konuşturarak suçu itiraf ettirmektir. Eğer ikisi
de birbirlerine karşı konuşmazlarsa ikisi de tutukluluk süresinin
bitiminde serbest kalacaklar, ama biri diğerini gammazlayacak olursa
gammazlayan serbest kalacak, diğeri on sene hapis yatacaktır. Eğer
ikisi birden konuşursa o zaman ikisi de beşer yıl ceza alacaklar.
Bu duruma dışarıdan bakan biri için konu gayet basittir, ikisi de
konuşmazlar ve çıkıp giderler, her ikisi için de en doğru çözüm
budur. Ancak tutuklular açısından bakıldığında durum
farklıdır. İkisi de birbirlerine güvenemedikleri için konuşacak
olurlarsa en kötü ihtimalde beş yıl ceza alacaklardır. Bu
sebepten bireyler için en doğru çözüm konuşmakken topluluk için
en doğru çözüm susmaktan geçer.
İklim
değişikliğine de aynı gözle bakmamız mümkün, ülkeler ve
bireyler için en doğru çözüm yaşadığı gibi yaşamaya devam
etmekken dünya ve insanlık açısından en doğru, belki de tek
doğru çözüm yaşam biçimini en hızlı biçimde değiştirerek
doğaya verilen zararı en aza indirmektir. Burada iki önemli soruna
takılıyoruz, birincisi, iklim değişikliği gerçekten var mı
veya eğer varsa bunda insanların etkisi var mı? Bilim adamları bu
sorunun ilk kısmında tamamen hemfikirler: Yirminci yüzyılın
ikinci yarısından itibaren küresel iklim değişikliğinin
etkilerini görmeye başladık. Küresel iklim değişikliğinin
varlığı bilim açısından bir tartışma konusu değildir, bu
değişiklik vardır ve etkileri her geçen gün daha da kötüye
gitmektedir. Değişikliğin kaynağının insanların etkisiyle
doğaya salınan karbon dioksit gazı olması "çok mümkündür".
Normal kişilere "çok mümkün" tanımını kullandığımız
zaman alacağımız tepki "yani bilim insanları bu konuda emin
değiller ve tartışıyorlar, öyle mi?" olur, kısmen de haklı
bir tepkidir bu. Bilim insanlarının kendi aralarındaki
tartışmaları halka açarken kullandıkları dil çok önemlidir.
Burada kullanılan "çok mümkündür" tanımlaması da
dünyada bu konu ile ilgilenen tüm bilim insanları ve tüm
bürokratların birlikte vardıkları ve hepsinin üzerinde
anlaştıkları bir konudur ve anlamı şudur: Günümüzde
yaşanmakta olan iklim değişikliğinin sebebi %90 ihtimalle
insanlıktır. Bu iklim değişikliği konusunda harekete geçmekten
ciddi olarak kaçınan ABD ve bu iklim değişikliğinin insanlarla
ilgisi olmadığını düşünen bilim insanlarının bile altına
imza attığı bir sayıdır. Yani bu değişikliğin sebeplerinin
doğal yollar olabileceğini düşünen en muhafazakar bilim insanı
bile kendi teorisinin doğruluk oranının %10'dan yüksek olmadığını
kabul etmektedir. Konuya bu şekilde bakıldığında sıradan
vatandaş için: İklim değişikliği vardır ve bunun sebebi
insanlardır.
Her
ne kadar birinci soruna bilimsel yaklaşımla cevap verebilsek de
ikinci sorun çok daha derin bir felsefi yaklaşım gerektiriyor:
Bize ne?? Koca Amerika bu konuda kılını kıpırdatmazken ben neden
birşeyler yapmak zorunda olayım? Büyük devletlerin bu konudaki
çabası çocuk kandırma seviyesinin üzerine çıkmazken benim bu
konudaki çabam ne kadar etkili olabilir ki? Ben evimin sıcaklığını
birkaç derece düşürüp donacağım, işe gitmek için saatlerce
otobüslerde sürüneceğim ve uçaklar fazla karbon dioksit salıyor
diye bulunduğum şehirden uzaklaşmayacağım, tüm bunlar ne için??
Benim hiç yüzünü görmediğim ve neredeyse kesinlikle de
görmeyeceğim, hatta dünyanın öbür ucunda belki hiç doğmamış
ve hiç doğmayabilecek birkaç kişinin hayatını kurtarmak için.
Ayrıca ben teknolojinin getirdiği tüm bu olanakları geri
çevirirken elin Amerikalısı gününü gün etmeye devam edecek.
İklim değişikliğine karşı alınacak önlemlere karşı
verilecek argümanları bu denli basitçe anlatmak mümkün.
Karşımızdaki etik sorun bunca basit. Eğer karşımızda bir küçük
çocuk suya düşüp boğuluyor olsa "bana ne ya" diyerek
arkamızı dönemezdik, eğer aynı çocuk buradan binlerce kilometre
uzakta bir Pasifik adasında suların yükselmesinden dolayı
hayatını kaybediyorsa ahlaki tutarlılık o çocuğun sorununa da
arkamızı dönmememizi gerektiriyor.
Fakat
iklim değişikliği sadece mekansal değil aynı zamanda zamansal
bir sorun. Yani, o çocuk bugün ölmüyor, bizim sırtımızı bugün
çevirmemizden dolayı bundan seneler sonra ölecek ya da belki de
hiç doğmayacak. Bu soruna bakışımızı değiştirir mi?? Ahlaki
tutarlılık problemin zamansal veya mekansal olarak değişmemesi
gerektiğini söylüyor bizlere. O çocuğun şu anda, burada
boğularak veya açlıktan ölmesine göz yummak ne derece yanlışsa
benzer bir çocuğun başka bir yerde ve başka bir zamanda ölmesine
göz yummak da benzer derecede yanlıştır.
Tutukluların
ikilemi bize bu noktadaki son problemi sunuyor: Ben boğulmakta olan
çocuk için çabalarken başkaları keyiflerini bozmuyorlar, o zaman
ben neden harekete geçeyim?? Burada doğru çözüm doğruyu yapmayı
düşünenlerin sırf başkaları yapmıyor diye doğrudan
vazgeçmeleri yerine inatla doğru olanı yapmak istemeyenleri ikna
etmekten geçiyor çünkü her iki tutuklu için de en doğru çözüm
ikisinin birden aynı şeyi yapmaları çünkü ancak o zaman ikisi
birden kazanıyorlar. Bireylerin değil tüm dünyanın kazanması
için de şu anda gerekli olan çözüm herkesin iklim değişikliğine
karşı doğruları yapmakta birleşmesinden geçiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder