Orijinal yayın: 26.10.2009
Kabul
ediyorum filme çok kötü bir günde gittik. 24 Ekim'de herkes
sokaklarda eylem yaparken sizin sinemada bu filmi seyretmeyip eylem
yapanlara katılmanız gerekiyordu diyebilirsiniz, ama gene de 700
kişilik salonda 30 kişiydik, bu sayının da yarısından fazlası
bizim gruptu. Bir de filmin ücretsiz olmasını göz önüne alacak
olursanız durumun ne kadar acı olduğu ortaya çıkar...
Şimdi
diyeceksiniz "nedir bu Aptallık Çağı, biz bu filmi
gazetelerde falan görmedik?" Aptallık Çağı bir belgesel
film. İklim değişikliğinin olası sonuçlarından bahsediyor.
2055 yılında dünyada hayat neredeyse sona ermiş, bir
kütüphaneci/koruyucu dünyanın tüm bilgi birikimini koruyup
gelecektekilere neleri yanlış yapmış olduğumuzdan dolayı o
noktaya gelmiş olduğumuzu anlatıyor. Yönetmeni Franny Armstrong,
başrolünde ve neredeyse tek rolünde Pete Postlethwaite oynuyor,
geri kalan "oyuncuların" tamamı kendi hayatlarını
anlatıyorlar. Film bugün itibariyle IMDB'de 6.9/10 almış durumda.
Bir
Cumartesi akşam üzeri, IMDB'de 6.9 almış bir film, Beşiktaş'ta
saat 17:00'de bedava oynuyor ve kimse seyretmeye gitmiyor, nedeni
basit: Bu film bize duymak istemediğimiz şeyler söylüyor ve
aslında herkesin durup dinlemesi gerekiyor. Dünyanın bugünkü
gidişi bizi 2055'de filmin gösterdiği noktaya sürükler mi emin
değilim, ama bugünle filmin gösterdiği nokta arasında bir yerde
olacağımız ve hayatın bundan daha kötü olacağı neredeyse
kesin. Ve işte hiçbirimizin duymak istemediği gerçeklik bu,
Cumartesi akşamımızı daha eğlenceli şeyler yaparak geçirmek
istiyoruz.
Filmi
seyretmeye gitmek yerine rahat umursamazlıklarını sürdürmeye
devam etmek isteyen insanlara aslında bir tek sözüm var: Bu film
sizin için, küresel iklim değişikliği yüzünden zaten uykuları
kaçmakta olan kişiler için değil. Bu sebepten yazımın geri
kalanını ikiye ayırdım, bir kısmı uykusu kaçmayanlar için,
diğeri de uykusu kaçanlar için...
Uykusu
kaçmayanlar:
Bu
filmi seyrettiğinizde uykunuz kaçacak diyemiyorum, çünkü filmin
ana konusunu, yani 2055'te dünya sona ermiş ve biten dünyada kalan
kişi bize nasıl bittiğini anlatıyor kısmını çıkartacak
olursak ki aslında bu çok uzun bir kısım da değil, geri kalanı
sıradan insanların hayat kargaşalarını ve bu kargaşaların
içerisinde probleme olan katkılarını nasıl rasyonalize
ettiklerini anlatıyor. Sizler (bizler) de konuyu böylesine
rasyonalize ettiğiniz için bir arıza bulmuyorsunuz akışta, hatta
sıkıcı bile gelebiliyor. Hindistan'daki her vatandaşı en azından
bir kere uçurmaya çalışan bir Hintli iş adamının çabasını
biz de her gün toplumumuzda gördüğümüz için, neredeyse asil
bir davranış olarak algılıyoruz. Adam demiryollarından şikayetle
işe girişerek yeni ve ucuz bir havayolu şirketi kuruyor ve film
bence sizin gözünüze "neden önce demiryollarını düzeltme
işine girmedi ve doğayı en fazla kirleten havayolu taşımacılığına
yöneldi" eleştirisini sokmuyor, ben olsam onu sizin kafanıza
vururdum film boyunca, ama yönetmen benden nazikmiş.
Sonra
gariban bir İngilizin rüzgar türbinleri kurma çabası işleniyor,
bizden farklı olarak orada türbinlerin kurulacağı yerin halkının
da iznini almak zorunda ve halk meclisi onu 1-11 gibi bir sonuçla
reddediyor, sebebi de görüntülerinin bozulacak olması, ama
toplantıdan çıkanların tümü küresel iklim değişikliğine
karşı bir şeyler yapılması gerektiğinde hemfikir, ancak bu bir
şeyler yapanlar başkaları olmalı, kendileri kıllarını
kıpırdatmaya yanaşmıyorlar, sanki hepimiz o insanlar gibiyiz,
"evet, küresel iklim değişikliği çok kötü bir şey ve
birilerinin bir şeyler yapması gerekiyor" ama iş kendimizin
bir şeyler yapmasına gelince hiçbirimiz kılımızı
kıpırdatmıyoruz. Bu olayın hemen üzerine yönetmen hemen o
oylamanın ertesinde o şehri basan sel sularını gösteriyor,
dediğim gibi, ben olsam biraz daha gözünüze sokardım, çünkü
biz bir şeyler yapmadığımız müddetçe o sel suları yükselmeye
devam edecek, o suların sebebi İBB değil, hepimiziz.
Bir
diğer noktada da Alplerde turistleri buzullarda gezdiren yaşlı bir
turist rehberine konuk oluyoruz. En çarpıcı ve belki de en üstü
kapalı geçilen konu, rehber turistleri buzulun üzerine bir
merdivenden indiriyor ve diyor ki "her sene bu merdiveni biraz
daha uzatmak zorunda kalıyoruz" sonra kamerayı merdivenin
tepesine çeviriyor ve kaç metre kalınlıktaki buzulun erimiş
olduğunu görüyoruz.
Eğer
bugün yaptıklarımızın geleceğe nasıl etki ettiğini görüp
fazla da suçluluk duymak istemiyorsanız, bir de biraz toplumsal
sorumluluk göstereyim düşüncesindeyseniz, bu film bir de bedava,
lütfen kaçırmayın, uykunuz gene de kaçmayacak emin olun.
Uykusu kaçanlar:
Siz
bu filme gitmeyin. Sizin zaten uykunuz kaçıyor, bu filmin size
getireceği bir yenilik yok. Siz zaten Avustralya'nın yakın bir
zamanda çöl olacağını biliyorsunuz. Bunların sebebinin
insanlığın kaynaklarını sürdürülebilirliği umursamazca
tükettiğinin farkındasınız, daha fazlasını kazandırmıyor
size bu film.
Ama
hadi diyelim zaten konuyu biliyorsunuz ve zaten uykusu
kaçanlardansınız ve gidip bu filmi gördünüz, çoğunuz benim
gibi çıkacaksınız bu filmden, bu filmle önemli bir fırsatın
kaçırılmış olduğu hissiyle. Ne film sanatı ne de konuya
getirdiği yenilik açısından yeterli bir film değil. Kötü olan
tüm petrol şirketleri ama nedense bu film sadece Shell üzerine
odaklanmış, uzun bir zamanı Shell'in petrol çıkartmak için
Nijerya'daki köylülere nasıl eziyetler ettiği ile geçiriyor,
geçin bunları bana petrol şirketlerinin ürettiği petrolün nasıl
olup da dünyayı 2055'e götürdüğünü gösterin, ben onu merak
ediyorum, ben ders alsınlar diye o kısmını derste öğrencilerime
göstereceğim, yoksa petrol şirketlerinin para için neler
yapabileceğini neredeyse herkes biliyor. 2008 ile 2055 arasında
neler olmuş olabileceği sadece arka planda haberleri okuyan değişik
sunucuların sesleri ile işlenmiş, boşverin bilimsel olma
çabasını, IPCC senelerdir bilimsel oluyor, kimsenin dinlediği
yok, artık insanlara nasıl öleceklerini gösterme zamanı. Madem
diyorsunuz 2055'te dünyada hayat tükenecek, o zaman hayatın nasıl
tükeneceğini anlatın bana, buna nelerin yol açtığını nasılsa
çoğumuz biliyoruz, bana denizler yükseldiği zaman nasıl
Çukurova'da, Söke Ovası'nda, Kızılırmak boyunca tarımın
biteceğini anlatın, gözüme sokun. Yağmur düşmeyeceği için
nasıl Anadolu'nun çoğunun çölleşeceğini gösterin. Bir dahaki
selde Basın Ekspres yolunda bu sefer birkaç bin kişinin nasıl
boğulacağını görmek istiyorum. Çünkü ben iklim bilimci olarak
"bunlar olacak" dediğimde kimse dinlemiyor, belki gözleri
ile görürlerse inanırlar, uykuları kaçar ve bir şeyler yapma
yolunda adım atmaya başlarlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder