Orijinal yayın: 03.11.2010 T24 İnternet gazetesi
Bugün
gene Kabataş vapur iskelesi ve gene dışarıda gömlekle oturanlar
ve siz “ne zaman kış gelecek” diye soruyorsanız,
beklentilerinizin yüksek olmamasını öneririm. Neredeyse Aralık
ayındayız, daha havalar Eylül gibi gidiyor.
Dün
Türkiye Bilimler Akademisi'nin davetiyle bir konuşma veren UNEP'in
eski başkanı Klaus Töpfer'i dinlemeye gittim, hem konuşmaları
hem de düşüncelerini sizlerle paylaşmak isterim. Önce UNEP'in ne
olduğunu anlatmakla işe başlamak gerekiyor sanırım. UNEP –
United Nations Environment Program (Birleşmiş Milletler Çevre
Programı), Birleşmiş Milletler'in çevre konularıyla ilgili
olarak 1972'de kurduğu bir örgüt. Merkezi diğer BM kuruluşlarının
aksine Nairobi, Kenya'da. Kuruluş amacı “global çevreyi”
dikkatle izleyerek bir çevre politikası mutabakatı oluşturmak ve
oluşan sorunları harekete geçilmesi için devletlerin ve
uluslararası toplumun dikkatine sunmak. UNEP Dünya Meteoroloji
Örgütü ile birlikte 1988'de Devletlerarası İklim Değişikliği
Paneli'ni (IPCC) oluşturan iki kuruluştan bir tanesi. Bu görevleri
açısından da dünyada çevre dediğimizde aklımıza ilk gelmesi
gereken kuruluş UNEP.
Klaus
Töpfer de UNEP'in başında 1998-2006 yılları arasında görev
yapmış. Konuşmaya giderken Töpfer’in
-benim kadar kötümser olmasa da- dünyada işlerin iyiye
gitmediğini ve bu konuda radikal değişiklikler yapılması
gerektiğini söyleyeceğini düşünüyordum. Öncelikle
bu kadar önemli bir kişi konuştuğunda yüzlerce kişi akın eder
diye İTÜ'nün büyük salonlarından biri ayrılmıştı, ama biraz
daha dolsun diye beklenmesine rağmen salonun ancak beşte birinden
azı doluydu, bu da çevre konusuna ülkemizde gösterilen önemin
başta gelen göstergelerinden biri olsa gerek.
Töpfer
konuşmasına şu andaki görevinin Almanya'da karbondioksitin nasıl
bir kaynak haline dönüştürüleceğini araştıran bir enstitünün
başında olduğunu anlatarak başladı. Benim açımdan sanırım
konu o noktada kayboldu çünkü bana göre esas amaç atmosfere
karbondioksit salımını engellemektir, ama sanırım Töpfer bunun
engellenemeyeceğinin artık farkında olarak “bari bu
karbondioksiti düzgün bir amaç için kullanalım” yoluna
girmişti. Konuşmasının devamını da sürdürülebilir kalkınmaya
ve bu kalkınma içinde tedarik zincirinin kapanmasına ayırdı.
Bundan da kasıt şu: Eğer üretilen malların kullanım ömürleri
sona erdiğinde üreticiye dönmesini ve üreticinin yeni ürünleri
bu kullanılmış malların geri dönüşümü ile üretmesini
sağlarsak doğadan cok daha fazla hammadde kullanmadan
sürdürülebilir kalkınma sağlayabileceğiz. Şimdi pekçoğunuzun
“eee, doğru, ne var bunda kızılacak” dediğinizi duyar
gibiyim. Haklısınız, bugünkü paradigma içerisinde bunun hiçbir
sakıncası yok, ekonomik büyüme = refah artışı şeklinde
pompalanan bir toplum içerisinde yaşıyoruz. Bir çeyrekte büyüme
olmasa herşeyin kötü olduğu sanısına kapılıyoruz. Ama benim
beklentim, böylesi büyük bir organizasyonun tepesinde yer almış
kişilerin biraz da bu paradigmanın artık değişmesi gerektiğini
dürüstçe ortaya koyabilmeleriydi.
Belki
de artık büyümemiz gerekmiyor, belki de büyüdükçe daha mutlu
olmuyoruz, hatta belki de sorunlarımızın temel kaynağı
yüzyıllardır sürdürdüğümüz bu sınırsız büyüme. Mesela
hepimiz bir çift ayakkabı, iki pantolon ve iki gömlek ile
yaşayamaz mıyız? Şart mıdır sırf ucuzluk var diye alışveriş
etmek? Hayatımızı reklamlarda gördüklerimizi satın almak
yönlendirmese daha mutlu olmaz mıyız? UNEP'in eski başkanı
sanırım o şekilde yaşayamayacağımızı ve sonsuza kadar üretim
yapmamız gerektiğini düşünüyor. Bu üretimi yapmaya mecbur
olduğumuza göre de bari geri dönüşümlü kaynaklara yönelelim
diyor. Bu standart paradigmayı görünce dün gece bir dosta “bu
beni Yeşiller'e daha yaklaştırdı” dedim, “neden uzaktın ki”
dedi. Düşündüm tüm gece “neden uzaktım?” diye. Sanırım
ben düne kadar içten içe bizde olmasa da dünyada vizyonu geniş
ve bizleri güzel yarınlara götürecek politikacıların var
olduğuna inanıyordum. “Herhalde UNEP'in, BM'in, IPCC'nin
başındakiler artık bu paradigma ile insanlığın bu dünya
üzerinde yaşamalarının mümkün olmadığını görüyor ve
çalışmalarını radikal değişiklikler üretme yolunda
yapıyorlar” diye düşünüyordum.
Bu sebeple de her seçimde
gidip oyumu aynı paradigma içinde çalışan partilerden birine
veriyordum. Dün gördüm ki, ne kadar radikal olursanız olun,
günümüz dünyasında sağ kalan bir politikacı olacaksanız
sistemin içerisinde çalışmak zorundasınız. Benimse sorunların
bu paradigma içerisinde çözülebileceğine inancım her geçen gün
azalıyor. Yeni bir yol, yeni bir duruş gerekiyor bizlere eğer
çocuklarımızın torunlarını görmelerini istiyorsak...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder