Orijinal yayın: 25.12.2010 T24 İnternet gazetesi
Aslında bu soruya verilecek cevap gayet basit: Zaten yeteri kadar kirletmedik mi?? Daha kirletme iznimizin kaldığını sanmıyorum. Gerek doğayı gerekse de atmosferi kirletme açısından baktığımızda, insanoğlu daha yirminci yüzyılın başlarında kirletme hakkını fazlasıyla kullanmıştı. Ancak burada soruya biraz farklı yaklaşmamız gerekiyor.
Biliyoruz ki bugünkü gidişimizi hiç değiştirmeyecek olursak yakın bir gelecekte küresel iklim değişikliğinin getireceği ağır faturayı ödemek zorunda kalacağız. Ama gene biliyoruz ki bugünkü ekonomik sistem içerisinde iklim değişikliğinin getireceği bedeli ödememek adına yapacağımız değişiklikler bize bugün için ağır bir fatura çıkartacak. Yani, bir yanda eğer bugün ödediğimiz önemli bir fatura, diğer yanda da o faturayı ödemediğimiz takdirde ileride önümüze gelecek çok ağır bir bedel. Bu noktada insan doğası gelecekteki ağır bedeli görmezden gelip bugünkü faturayı ödememe yönünde kafasını kuma sokmayı tercih ediyor. Dolayısıyla da belki sormamız gereken soru, bir yandan bugün ödenmesi gereken faturayı minimize ederken, diğer yandan da gelecekteki iklim değişikliğini ne derecede tolere edebiliriz?
Gerek bilimciler gerekse de bu kişilere kulak veren devlet adamları iki yönden bu soruya cevap verdiler. Bilimcilerin üzerinde anlaştıkları konu, atmosferdeki karbondioksit miktarının milyonda 350 parçacık seviyesinin altında olması. Çünkü hepimiz biliyoruz ki şu anda dünyada iklim değişikliğinin sonuçları görülmeye başlandı ve atmosferdeki karbondioksit seviyesi milyonda 350 parçacığın çok üzerinde ve yükseliyor, dolayısıyla da en kötü ihtimalle 350 parçacık seviyesine inmek bu ağır faturanın ödenmemesi için bir çözüm yolu. Diğer yandan politikacıların geçtiğimiz sene Kopenhag'da üzerinde anlaşma sağladıkları belge, iklim değişikliğinin insanlığa ve dünyaya vereceği zararın azaltılması için küresel sıcaklıklardaki artışın en fazla 2 derece ile sınırlandırılmasını öngörüyor. Bu sebeple üzerinde anlaşılması gereken temel nokta artık iklim değişikliğinin varlığı ya da insan kaynaklı olup olmadığı değildir. Artık ana sorumuz, ekonomik sistemimize yapacağımız ne gibi değişiklikler bizi 2 derecelik ortalama sıcaklık artışından korur, veya atmosferdeki karbondioksit miktarının milyonda 350 parçacık seviyesinin altında kalmasına yardımcı olur şeklinde olmak zorundadır.
Burada temel dikkat edilmesi gereken nokta karbondioksit salımlarımızı kontrol altına almaktır. Bu salımlar üç ana kaynaktan gelmektedir: Petrol, doğal gaz ve kömür. Petrole en fazla ihtiyaç duyduğumuz kullanım alanı ulaşımdır. Ulaşımda her aracın saldığı karbondioksiti engelleyecek filtreleri araçlara takabilmek iklim değişikliği açısından çok faydalı olsa da maddi açıdan ulaşılabilir bir hedef değildir. Doğal gazı da dünyanın büyük bir kısmı ısınmak için kullandığından, benzer şekilde salım noktalarından bu salımların engellenmesi olası değildir. Bu sebeple, iklim değişikliğine sebep olan salımları azaltmak için petrol ve doğal gaza değil kömüre yönelmeliyiz, ancak burada da temel bir noktayı gözönüne almalıyız. Dünyada bugün için geleneksel petrol ve doğal gaz yatakları ve bunların çıkartılma şekilleri bellidir. Bu kaynakların tamamını çıkartıp kullanmak bile gerekli önlemler alındığı takdirde bizi geri dönülemez bir noktaya taşımayabilir. Ancak, bu Kuzey Kutbunun altındaki petrol yataklarına ya da Kanada'nın kuzeyindeki kumla karışık petrol (şeyl) rezervleri gibi geleneksel olmayan rezervlere dokunmadığımız müddetçe doğrudur. Bu kaynaklar bugün için yüksek üretim maliyetine sebep olduklarından dolayı fazla kullanılmamaktadır. Yakın gelecekte artacak olan ham petrol fiyatları bu rezervlerin de maddi anlamda kullanılabilir olmasını sağladığında bu rezervleri kullanmaktan kaçınmamız gerekiyor.
Fakat daha önemli unsur enerji üretiminde kullanılan kömürdür. Her ne kadar petrol ve doğal gaz en iyimser tahminlerle bile bu yüzyılın sonunda bitecek olsalar da kömür rezervleri bizi gelecek yüzyılın sonuna kadar taşıyabilecek miktardadır. Kömürün temel kullanım alanı enerji üretimi olduğundan, salımın kaynağı da kömürden enerji üreten termik santrallerdir. Termik santrallerde ise kömürden enerji üretimi sırasında ortaya çıkan karbondioksit gazını atmosfere yayılmadan tutmak ve çeşitli şekillerde depolamak mümkün, ancak bunu yapmamaya oranla daha pahalı bir yöntemdir. Bu şekilde üretilen elektrik enerjisi yaklaşık olarak %30 daha pahalıdır.
O zaman ekonomik anlamda önümüzde üç seçenek var:
1. Hiçbir şeyi değiştirmeden yola devam etmek, ama biliyoruz ki bunun sonu insanlık ve dünya için felaket olacaktır.
2. Yeni ve geleneksel olmayan petrol ve doğal gaz rezervlerine el atmadan geleneksel rezervleri tüketmek, ama bunun yanı sıra tüm termik santrallerin doğaya karbondioksit salmayan teknolojiler kullanmasında ısrarcı olmak.
3. Gene yeni petrol ve doğal gaz rezervlerine el atmadan termik santralleri toptan ortadan kaldırmak, onların yerine güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek.
Bilimin doğrusu bizim hemen tüm karbondioksit salımımızı durdurmamız yönünde, ancak ekonomik gerekleri de gözönüne alacak olursak benim aklım üçüncü maddeden yana, ama ikinci maddeyi de kabul edebilirim. Fakat hepimizin üzerinde kesinlikle anlaşması gereken bir husus var: Birinci maddede olduğu, yani bugün yaşadığımız gibi yaşamaya devam edecek olursak yakın bir geçmişte ödemeye başlayacağımız fatura hayal bile edemeyeceğimiz büyüklükte olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder