17 Ekim 2024 Perşembe

Atmosferdeki Sera Gazlarını Azaltmanın Tek Yolu Salımları Azaltmaktır

Şirketler ve devletler Paris Anlaşması kurallarına uygun olarak karbon azaltım ve net sıfır taahhütleri veriyorlar. Bunları yerine getirebilmenin elbette en temel yolu herkesin, neden olduğu karbon salımını olabildiğince hızlı azaltması. Ancak çoğu zaman verilen sözlerin arka planında bu salımları hemen ve hızla azaltma değil salınan karbondioksit karşılığını bir şekilde satın alabilmek yatıyor. Yani çoğu kurum azaltma yükünün altına girmektense başkalarının azaltımlarını satın almanın maddi açıdan daha kolay bir çözüm olduğuna inanıyor.

Başkalarının azaltımı dediğimizde ise karşımıza iki yol çıkıyor: Ya işini çok daha verimli yapıp atmosfere daha az karbon salan bir kurumdan salma izniyle gerçekte saldığı karbon arasındaki farkı satın alabilirsiniz ya da bir şekilde salınacak olan karbonu yakalayıp saklarsınız veya üretimde kullanırsınız. Bunların ilki için bir karbon piyasası gerekli ve karbon piyasasında bir fiyat oluşması için de karbon salımının merkezi otorite tarafından kısıtlanmış olması gerekiyor. Bu sistem dünyanın çoğu yerinde henüz çalışır durumda değil. Çalışmasında da karbon salımlarının gerçekten azaldığını görmek çok zor. Buna alternatif olarak ağaç dikmeyi deneyebilirsiniz ama dikmeniz ve 20 sene boyunca sağ kalmasına dikkat etmeniz gereken ağaç miktarı neredeyse yeryüzünün önemli bir kısmını kaplayacak sayıda, yani bu çözüm de güzel, ama gerçekçi değil.

Karbon yakalama ve depolama (CCS) ile karbon yakalama ve kullanım (CCU) teknolojileri, küresel sera gazı emisyonlarını azaltmak için ortaya atılan yöntemler arasında yer alıyor. Özellikle Paris Anlaşması’nın getirdiği net sıfır hedefleri doğrultusunda şirketler ve hükümetler bu teknolojilere umut bağlıyor. Ancak, bu teknolojilerin hem teknik hem de ekonomik açıdan ciddi zorluklarla karşılaştığını görmekteyiz. Hatta, bu çözümler başarısız olduğunda, şirketlerin net sıfır hedefleri de ciddi bir tehlike altında kalacak gibi görünüyor. BECCS (Biyokütle Enerji ile Karbon Yakalama ve Depolama) gibi daha sofistike yaklaşımlar bile bu sorunu çözmekte yetersiz kalabilir.

CCS, kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtlardan enerji üreten tesislerin bacalarından çıkan karbondioksidin yakalanması ve yer altına gömülmesini amaçlar. CCU ise bu karbondioksidin yakalanıp başka alanlarda kullanılmasını hedefler. İlk bakışta bu teknolojiler, atmosfere karbondioksit salmadan fosil yakıtlardan enerji elde etmenin bir yolu gibi gözükebilir. Ancak, bu yaklaşımların başarısız olmasının nedenleri  fazladır.

Birincisi, karbon yakalama teknolojileri yeterince olgunlaşmış değil. Bugün için kullanılabilir durumda olan karbon yakalama sistemleri çok pahalıdır ve enerji verimliliği düşüktür. Yani, karbon yakalama işlemi esnasında ciddi miktarda enerji harcanmaktadır, bu da sistemin ekonomik olarak sürdürülebilirliğini azaltır. Ayrıca, karbonun depolanması konusu hala büyük bir sorun teşkil etmektedir. Yer altına karbonu depolamak için güvenli ve uzun vadeli çözümler bulunmuş değildir. Karbondioksidin yer altında sızıntı yapmadan ne kadar süreyle saklanabileceği konusu büyük bir soru işareti olarak durmaktadır.

İkincisi, CCU teknolojisi, yakalanan karbondioksidin endüstriyel süreçlerde yeniden kullanılmasını öngörür. Ancak, karbondioksidin kullanım alanları oldukça sınırlıdır ve bugüne kadar önemli bir ekonomik başarı elde edilememiştir. Örneğin, yakalanan karbondioksidin sentetik yakıt üretiminde veya kimyasal süreçlerde kullanılması gibi yöntemler şu anda fosil yakıt kullanımını ve atmosfere salınan karbonu önemli ölçüde azaltma potansiyeline sahip değildir. Karbondioksidin endüstriyel kullanım kapasitesi, dünyada salınan 40 milyar ton CO2’nin yanında son derece sınırlı kalmaktadır.

Biyokütle enerji ile karbon yakalama ve depolama (BECCS) sistemi, CCS ve CCU’nun bir adım ötesine geçerek daha yenilikçi bir yaklaşım önerir. BECCS, biyokütleden elde edilen enerjinin kullanılması ve bu süreçte oluşan karbondioksidin yakalanıp depolanması üzerine kuruludur. Bu sistem teorik olarak, karbondioksidi atmosferden çeken bitkilerin fotosentez yoluyla elde ettiği karbonu yakalamayı ve depolamayı öngörür. Ancak, BECCS de pek çok açıdan büyük riskler taşımaktadır.

Birincisi, BECCS’in ölçeklenebilirliği büyük bir sorun teşkil eder. Dünyadaki enerji ihtiyacını karşılamak için yeterli miktarda biyokütlenin üretilmesi, tarım alanlarının genişletilmesini ve bu alanlarda büyük miktarlarda su, gübre ve enerji kullanılmasını gerektirir. Bu da gezegensel sınırları aşan bir ekolojik yüke yol açabilir. Tarım için daha fazla alan yaratmak, ormansızlaşma ve biyoçeşitlilik kaybı gibi ekolojik felaketleri beraberinde getirebilir. Özellikle Amazon ormanları gibi biyolojik çeşitliliği yüksek bölgelerde bu tür bir biyokütle tarımı, geri dönülmez ekolojik hasarlara neden olabilir.

İkincisi, BECCS’in teknik olarak uygulanabilirliği hala tartışmalıdır. Biyokütlenin verimli bir şekilde enerjiye dönüştürülmesi ve bu süreçte karbonun yakalanması, son derece pahalı ve enerji yoğun bir süreçtir. Ayrıca, biyokütlenin üretimi esnasında salınan diğer sera gazları (metan gibi) da dikkate alındığında, BECCS’in net karbon negatif olma potansiyeli oldukça düşüktür.

Paris Anlaşması çerçevesinde pek çok şirket 2050 yılına kadar net sıfır karbon hedefi belirlemiş durumda. Ancak bu hedeflerin çoğu, CCS ve benzeri teknolojilere dayandırılmaktadır. Yukarıda bahsedilen sorunlar göz önüne alındığında, CCS teknolojilerinin başarısız olması durumunda bu hedeflere ulaşmak neredeyse imkânsız hale gelecektir.

Birçok şirket, mevcut fosil yakıt altyapısını devam ettirip karbon yakalama ve saklama teknolojileri ile bu sorunu çözeceğini düşünmektedir. Ancak bu yaklaşım, net sıfır hedeflerinin gerçekçi olmadığı anlamına gelir. CCS ve BECCS’in başarısızlığı, şirketlerin kısa vadeli çıkarlarını uzun vadeli sürdürülebilirlik hedeflerine tercih ettiklerini gösterir. Eğer bu teknolojiler çalışmazsa, şirketler karbon ayak izlerini azaltmak yerine büyük bir itibar kaybına uğrayabilir ve yasal düzenlemelerle karşı karşıya kalabilirler.

CCS ve BECCS gibi teknolojilerin başarısız olma olasılığının yüksek olması, fosil yakıt bağımlılığımızı sürdürmenin riskli olduğunu ortaya koyuyor. Karbon yakalama ve depolama teknolojilerine bel bağlamak yerine, temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek en mantıklı çözüm olacaktır. Güneş, rüzgar ve hidroelektrik gibi enerji kaynaklarının gelişimi, karbon ayak izimizi azaltmanın en güvenli ve ekonomik yoludur.

Bu teknolojilerin maliyetleri her geçen gün düşmektedir ve enerji verimliliği artmaktadır. Fosil yakıtlardan temiz enerji kaynaklarına geçiş, hem iklim değişikliği ile mücadelede hem de ekonomik sürdürülebilirlik açısından kritik bir rol oynamaktadır. Enerji dönüşümü, kapitalist sistemin bugüne kadar oluşturduğu fosil yakıt temelli büyüme modelinden uzaklaşmamızı ve iklim krizine kalıcı çözümler üretmemizi sağlayacaktır.

CCS, CCU ve BECCS gibi teknolojiler, teorik olarak karbon salımlarını azaltmanın bir yolu olarak sunuluyor. Ancak, bu teknolojilerin ekonomik, teknik ve ekolojik sınırları, bunların gerçek anlamda bir çözüm olmadığını gösteriyor. Şirketlerin net sıfır hedefleri bu teknolojilere dayandığı sürece, iklim krizine karşı verilen mücadelede başarısızlık kaçınılmaz olacaktır. Bunun yerine, sürdürülebilir ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yaparak, daha gerçekçi ve etkili çözümler üretmek zorundayız.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder