7 Temmuz 2024 Pazar

Chevron Doktrini'nin çöküşü iklim değişikliği mücadelemizi nasıl etkileyecek?

Geçtiğimiz hafta ABD’de tüm ülkelerdeki çevre politikalarını etkileyebilecek bir gelişme yaşandı. Uzun süredir kullanımda olan bir çevre kuralı ABD Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Chevron Doktrini denen bu kuralın ne olduğunu, neden önemli olduğunu ve iklim değişikliğiyle mücadelemizi nasıl etkileyebileceğini konuşacağız.

Başta biraz Amerikan hukuku ile başlayalım. ABD Anayasası bizde olduğu gibi oldukça detaylı bir yapı değildir. Daha temel prensipler üzerine kurulmuştur. Bizim Anayasa Mahkemesi olarak kabul ettiğimiz kurum da ABD için Yüksek Mahkeme’dir. Yüksek Mahkeme denmesinin bir sebebi de hukuk sistemi içerisinde çözülemeyen her konu için içtihat oluşturma sorumluluğuna sahip olmasıdır. Bu mahkeme üyeleri ABD Başkanı tarafından seçilir ve dolayısıyla da çoğunlukla başkanın politik görüşünü yansıtır. Bugün yüksek mahkemenin dokuz üyesinden altısı Cumhuriyetçiler, üçü de Demokratlar tarafından atanmıştır. Bu görev neredeyse ömür boyu yapıldığından üyelerden hangisinin hangi başkanlık döneminde öldüğü ya da görev yapamaz duruma geldiği bu mahkemenin gelecekte alacağı kararlar üzerinde önemli bir etki oluşturur.

Şimdi, Chevron Doktrini'ni basitçe açıklayalım. Chevron Doktrini, 1984 yılında büyük bir petrol şirketi olan Chevron ile Natural Resources Defense Council davasından ortaya çıktı. Bu doktrin, federal bir kuruluşun muğlak bir yasayı yorumladığında, mahkemelerin federal kuruluşun yorumuna makul olduğu sürece itibar etmesi gerektiğini söyler. Daha açık bir dille; bir yasa hakkında belirsizlik varsa ve Amerika’da Çevre Bakanlığı yerine geçen Çevre Koruma Ajansı gibi bir federal kuruluş bu yasayı yorumlarsa, bu yorum da makulse, mahkemeler federal kuruluşun yorumuna uymalıdır.

Neden önemli? Çünkü federal kuruluşlar, çevre düzenlemeleri, halk sağlığı ve işçi güvenliği gibi karmaşık konuların ayrıntılarını anlayan ve yorumlayan uzmanlarla doludur. Bu uzmanlara itibar ederek, Chevron Doktrini federal kuruluşların yeni düzenlemeleri hukuki gri alanlar olduğunda bile daha verimli bir şekilde uygulamalarına ve yürütmelerine olanak tanır.

Chevron Doktrini, yaklaşık 40 yıldır Amerikan idari hukukunun temel taşlarından biridir. Federal kuruluşların karmaşık ve gelişen sorunları sürekli yasal savaşlara takılmadan ele alabilmelerine olanak tanır. Çevre düzenlemeleri söz konusu olduğunda ise, bu özellik hayati önem taşır.

Şöyle düşünün: iklim değişikliği hızla gelişen bir krizdir. Yeni bilimsel keşifler ve teknolojik ilerlemeler, ne yapılması gerektiğine dair anlayışımızın sürekli değiştiği anlamına gelir. Çevre Koruma Ajansı gibi kuruluşların hızlı ve etkili bir şekilde uyum sağlama esnekliğine ihtiyaçları vardır. Chevron Doktrini, bunu yapabilmeleri için yasal dayanağı sağlar.

Artık, işler biraz karışıyor. ABD Yüksek Mahkemesi’nin Chevron Doktrini'ni sonlandırma kararı, federal kuruluşların artık anlamı tartışmalı olabilecek yasaları yorumlarken mahkemelerin desteğine sahip olmayacağı anlamına geliyor. Bu temelde şu anlama gelir: Bir petrol şirketi karbondioksit salımının iklim değişikliğine neden olmadığını söyleyerek mahkemeye başvurabilir ve mahkeme de bu konuyu esastan görüşmeye başlar, tanıklar çağırılır ve toplumun bu konuda kafasını karıştırabilecek her türlü bilgi basına saçılır.

Aslında Yüksek Mahkeme’nin önüne karar için getirilen konu oldukça basitti. 1980’lerin sonuna değin, Amerika’nın kuzey doğusundaki balıkçılık o bölgedeki ringa balığı popülasyonunu neredeyse sıfıra indirdi. Bundan dolayı da EPA o bölgede ringa balığı avlanmasını yasakladı ki ringa balığı nüfusu artabilsin. Aradan oldukça uzun bir zaman geçtiğinden balıkçılar eski kuralın hala uygulanmasının doğru olmadığını ve bunu mahkemedeki uzmanların belirlemesi gerektiğini söyleyerek Yüksek Mahkeme’ye başvurdular. Yüksek Mahkeme de balıkçıları haklı buldu. Ama bu konunun temeli Chevron Doktrini dediğimiz düşünce olduğu için artık çevre kuruluşları açısından oldukça önemli bir değişim söz konusu.

Bu değişim, iklim değişikliğiyle mücadele çabaları üzerinde önemli etkiler yaratacaktır. Chevron Doktrini’nin olmaması, EPA gibi ajansların yeni düzenlemeleri uygulamaya koyarken daha fazla yasal zorlukla ve engelle karşılaşabileceği anlamına gelir. Bu da kritik iklim politikalarının yürürlüğe girmesini yavaşlatır ve çevre koruma çabalarının geleceği hakkında belirsizlik yaratır.

Şimdi gelelim asıl meseleye: Donald Trump yeniden başkan olursa ne olur? İlk döneminde Trump zaten birçok çevre düzenlemesini geri çekti, ABD'yi Paris Anlaşması'ndan çıkardı ve genel olarak iklim bilimine karşı açık bir kayıtsızlık ve neredeyse düşmanlık gösterdi. Chevron Doktrini'nin sonlandırılmasıyla ikinci bir Trump yönetimi, çevre koruma çabalarını daha da fazla geri çevirme gücüne sahip olabilir.

Peki bu nasıl olacak? Chevron Doktrini olmadan, federal kuruluşların yasaları yorumlamaları daha fazla yasal zorlukla karşı karşıya kalacaktır. Trump göreve gelirse, çevre koruma çabalarına daha az bağlı görevliler atayabilir. Bu görevliler, mevcut yasaları sanayi lehine ve çevre aleyhine yeniden yorumlayabilir ve Chevron Doktrini’nin ortadan kalkması nedeniyle mahkemeler de bu çevre karşıtı yorumları daha fazla destekleyebilir.

Chevron Doktrini'nin sonlandırılması ve Trump yönetimindeki olası değişiklikler sadece Amerika’yı etkilemekle kalmaz, küresel çapta etki yaratır. ABD, dünyada en fazla sera gazı salan ülkelerden biridir ve ABD’nin iklim politikaları, küresel iklim çabalarını da büyük ölçüde etkiler.

Eğer ABD iklim taahhütlerini azaltırsa, diğer ülkeler de aynısını yapabilir. Paris Anlaşması, imzacı ülkelerin kolektif eylemine dayanır. ABD gibi büyük bir oyuncunun geri çekilmesi, diğer ülkelerin kararlılığını zayıflatabilir ve küresel iklim değişikliğiyle mücadeleyi baltalayabilir.

Bunların ötesinde hepimiz “bakın bu konu daha Amerika’da mahkemelerde tartışılıyor” diyen çevre düşmanları ve iklim inkarcılarıyla mücadele etmek zorunda kalacağız. Unutmamamız gereken önemli konu, COVID19’u durdurmak için çamaşır suyu içmeliyiz diyen bir başkanın çoğunluğunu kendi oluşturduğu bir Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının tüm devletlerin çevre ve iklim politikalarını etkilemesine izin vermememiz gerektiğidir. Chevron Doktrini ABD’de uzun süre tartışılmaya devam edecek, ancak bunun bize yansımasını engellemek zorundayız. Bilimsel gerçekler mahkemede tartışılabilecek konular değildir, bilimsel gerçeklerin tartışma alanları vardır ve buralarda tartışıldıktan sonra kararı mahkemelere bırakmak gibi bir usul değişikliği modern bilimi yüzlerce yıl geriye taşır.

Bu yazı Yeşil Gazete'de yayımlanmıştır.

1 Temmuz 2024 Pazartesi

El Nino ve La Nina

Yazın gelişiyle birlikte sıcaklıklar artmaya başladı ve 2024 yazı oldukça sıcak geçeceğe benziyor. Ancak, Nisan ayının sonunda El Nino'nun sona erdiğini ve Temmuz başında Türkiye'nin La Nina etkilerini hissetmeye başlayacağını bilmek belki biraz içimizi ferahlatabilir. Bu değişim, sıcaklıkların El Nino dönemindeki kadar yüksek olmayacağı anlamına geliyor. Peki, El Nino ve La Nina nedir ve dünya genelindeki etkileri nelerdir? Gelin birlikte inceleyelim.

El Nino, Pasifik Okyanusu'nun tropikal bölgelerinde her iki ila yedi yılda bir meydana gelen doğal bir iklim olayıdır. Normalde, bu bölgede doğudan batıya doğru esen rüzgarlar, sıcak yüzey sularını Asya'ya doğru taşır. Ancak El Nino sırasında bu rüzgarlar zayıflar veya tersine döner, bu da sıcak yüzey sularının Güney Amerika kıyılarına doğru birikmesine neden olur. Sonuç olarak, Pasifik Okyanusu'nun doğu kesimleri normalden daha sıcak hale gelir. Pasifik Okyanusu neredeyse yeryüzünün yarısını kaplar. Dolayısıyla, Pasifik sularının normalden sıcak ya da serin olması küresel hava ve iklim düzenlerinde önemli değişikliklere yol açar. El Nino, genellikle sıcak ve kuru hava koşullarıyla ilişkilendirilir, bu da kuraklık ve yangın riskini artırır. Türkiye gibi ülkelerde ise yaz aylarının aşırı sıcak geçmesine neden olabilir.

La Nina ise El Nino'nun tam tersi bir iklim olayıdır. La Nina sırasında, Pasifik Okyanusu'nun tropikal bölgelerindeki rüzgarlar güçlenir ve sıcak yüzey sularını Asya'ya doğru daha fazla taşır. Bu, Pasifik'in doğu kesimlerinde suyun normalden daha soğuk olmasına neden olur. La Nina, genellikle nispeten soğuk ve nemli hava koşullarıyla ilişkilendirilir. Bu durum, dünya genelinde farklı etkiler yaratır. Türkiye'de ise La Nina'nın etkisi, sıcaklıkların azalması olarak kendini gösterebilir.

El Nino ve La Nina, dünya genelinde farklı bölgelerde çeşitli etkilere neden olabilir. İçinde yaşadığımız küresel ekonomi içerisinde yeryüzünün değişik bölgelerindeki aşırı hava olaylarına "bana ne?" diyemeyiz, dolayısıyla bize etkileri nispeten az olsa da bu iklim olaylarının küresel etkileri oldukça fazladır.

El Nino, Güney Amerika'nın batı kıyılarında aşırı yağışlara ve sel baskınlarına neden olabilir. Aynı zamanda balıkçılık sektörünü olumsuz etkileyebilir. Buna karşılık La Nina, kuraklık ve düşük yağış oranlarına neden olabilir.

Asya ve Avustralya'da El Nino ile birlikte kuraklık ve yangın riski artar. Tarım sektöründe verimlilik düşebilir. La Nina görüldüğü dönemlerde ise aşırı yağışlar ve sel riski artar. Tarımda verimlilik artışı görülebilir.

Kuzey Amerika'da ise El Nino kış aylarında daha sıcak ve kuru hava koşulları getirebilir. Bu da kar yağışının azalmasına ve su kaynaklarının tükenmesine neden olabilir. Tam tersinde ise kış aylarında daha soğuk ve kar yağışlı hava koşulları hakim olabilir.

Türkiye, Akdeniz iklim kuşağında yer aldığı için El Nino ve La Nina'nın etkilerini farklı şekillerde hisseder. El Nino dönemlerinde, Türkiye'de yaz aylarının daha sıcak ve kurak geçmesi beklenir. Ancak, Nisan 2024'te El Nino'nun sona ermesi ve Temmuz başında La Nina etkilerinin başlamasıyla birlikte, sıcaklıkların biraz daha düşeceğini ve yağışların artabileceğini öngörebiliriz. Bu, tarım sektörü ve su kaynakları açısından olumlu etkiler yaratabilir.

El Nino ve La Nina gibi doğal iklim olayları, kısa vadeli sıcaklık ve hava koşullarında değişikliklere neden olur. Ancak, asıl önemli olan, bu olayların altında yatan temel sorunun iklim değişikliği olduğudur. Küresel sıcaklık artışları, insan faaliyetlerinin sonucu olarak atmosferdeki sera gazlarının birikmesiyle doğrudan ilişkilidir. El Nino, bu artışları biraz daha belirgin hale getirirken, La Nina ise geçici bir serinleme etkisi yaratır.

İklim değişikliği, sadece hava sıcaklıklarını değil, aynı zamanda deniz seviyelerini, yağış düzenlerini ve aşırı hava olaylarını da etkiler. Bu nedenle, El Nino ve La Nina'nın etkilerini anlamak, iklim değişikliğiyle mücadele ve uyum stratejileri geliştirmek için önemlidir.

Sonuç olarak, 2024 yazının başlangıcı sıcak geçse de La Nina'nın etkileriyle birlikte sıcaklıkların düşmesi ve yağışların artması bekleniyor. Yalnız bunu havaların serinleyeceği şeklinde algılamamak gerekir. Beklememiz gereken koşullar havanın geçen yaz olduğu gibi sıcaklık rekorları kırmayacağı ama gene de en sıcak yazlardan bir diğerini yaşayacak olmamızdır. Gene de uzun vadeli iklim değişikliği tehdidini göz ardı etmemeli ve gerekli önlemleri alarak geleceğe daha hazırlıklı olmalıyız.

Bu yazı Sürdürülebilir Üretim dergisinde yayımlanmıştır.