Son haftalardaki yangınlar nedeniyle sorulan soruların başında çoğunlukla “Devlet neden bu kadar hazırlıksız yakalandı?” geliyor. Yerli ve yabancı basına da genelde aynı cevabı veriyorum: “Sadece bizim devletimiz değil; ABD’den Avustralya'ya, İsveç’ten Çin’e kadar tüm devletler ve bu devletlerin yerel yönetimleriyle burada iş yapmaya çalışan tüm kuruluşlar hazırlıksız yakalanıyorlar. Bu sadece bugün ve bize özgü bir şey değil. Dikkatli olmazsak, gelecekte tüm insanlığın bu nedenle yaşayacağı sorunlar da artacak.”
İklim krizi, tartışmasız insanlığın bugüne değin karşılaştığı en büyük sorun. Diğer çevre problemleri ve kaynakların giderek azalmasını da kattığımız zaman geleceğin bugünden farklı olacağını öngörebilmemiz hiç de zor değil. Kabus gibi bir geleceğin olmaması için çabalamanın yanı sıra, felaketlerin gerçekleşmesi durumuna karşı hazırlıklı olmamız her geçen gün daha önemli hale geliyor.
Krizler karşısındaki dirençliliğimizi artırmak bugünden yapmamız gereken hazırlıkların başında geliyor. Bunu sağlamak için başlangıçta yapılması gereken ise bu felaketlerin yaratabileceği riskleri belirlemektir.
İklim krizinden doğan felaketlerin oluşturduğu riski üç faktörün bileşimi belirler. Bu faktörlerin ilki, doğanın yarattığı sorunlardır. İklim değişikliğinin durdurulmadığı her gün, aşırı hava ve iklim olayları bizler için daha fazla sorun yaratma potansiyeline sahip olacaktır. Yağış veya aşırı sıcaklık gibi doğrudan zarar verebilen ya da kuraklık gibi su kaynaklarına etki ederek dolaylı yoldan tarım veya hidroelektrik üretiminde değişimlere neden olabilen sorunlarla karşılaşabiliriz.
Riski belirleyen ikinci önemli faktör de bizim ya da varlıklarımızın bu olaylarla ne derece karşı karşıya kaldığımızdır. Sizin eviniz yamaçta ise vadideki derenin aşırı yağıştan taşması sizi fazla etkilemeyecektir. Benzer şekilde buğday üretiminde yaşanacak bir don olayı, kayısı üretimini etkilediği kadar sizi etkilemeyecektir. Dolayısıyla iklim felaketleri genel anlamda zarar verici olsa da sizin bu zarardan ne derece etkileneceğiniz bulunduğunuz yere ve yaptığınız işe bağlı olarak değişebilir.
Riski belirleyen son faktör ise sizin hazırlığınızdır. Eviniz bir vadinin tabanında olabilir. Ancak eviniz, sel olasılığı düşünülerek sağlam bir temelle yerden birkaç metre yukarıya yükseltilmiş bir tabana inşa edildiyse zarar görme riskiniz azalacaktır. Bundan dolayı felaketler aşırı boyutlarda değilse zarar görebileceğiniz bir konumda olsanız bile gerekli hazırlıkların yapılmış olması sizin bu konudaki kırılganlığınızı azaltacaktır.
Ülkemiz, dünyada iklim değişikliğinden en fazla etkilenmesi beklenen bölgelerden biri olan Akdeniz Havzasında bulunmaktadır. İklim göçleri gibi sosyal hareketlerin ötesinde artan aşırı hava olayları ülkemizin iklim değişikliğine acilen uyum sağlamasını gerektirmektedir. Devlet kurumları bu konudaki çabalarını sürdürseler de uyum konusundaki sorumluluk aynı zamanda özel sektör, yerel yönetimler ve sivil toplumun da üzerine düşmektedir. Şimdiye kadar kamu ve özel sektördeki karar vericiler, bulunduğumuz bölgedeki mevcut ve gelecekteki iklimin son yüz yılda karşılaştığımız koşullara benzeyeceğini kabul ederek planlama yapmışlardır. Sigorta şirketlerinin ve bankaların da son senelerde sıklıkla deneyimledikleri gibi, bu varsayım artık güvenilir olmaktan çok uzaktır. Gelecekte yaşanacak iklimle ilgili artmakta olan bilgileri, karar alma politikalarına ve uygulamalarına bugün dahil etmek, doğabilecek riskleri ve olumsuz etkileri azaltmakta önemli rol oynayacaktır.
Sadece geçmişe yönelik verilerle hareket etmek, iklim değişikliğinin yaratacağı gelecekte karşımıza çıkacak olan uyum sorunlarını artıran tek engel değildir. Son senelerde sıkça gördüğümüz gibi iklim değişikliğinin etkileri genel olduğu kadar yerel de olabilir. Bu nedenle de ülkemizin bütünü için ya da bölgeler genelinde öngörülerde bulunmak yerine mümkün olduğunca fazla kaynağa dayalı ve yerel etkileri gösterebilen öngörüler uyum kararlarını almak açısından kesinlikle gereklidir.
Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Araştırma Merkezi olarak ACE Danışmanlık ile birlikte ülkemizde ve dünyanın çeşitli bölgelerinde kişi ve varlıkların üzerindeki iklim krizi risklerini belirleyen bir çalışma başlattık. Bu çalışma kapsamında; iklim değişikliğinin getireceği risklere karşı değişik senaryo verisine dayalı, geleceğe yönelik ve yerel bilgileri değerlendirme yapabilmeleri ya da uyum çalışmalarını hayata geçirebilmeleri için karar vericilere sunuyoruz.
Ne yazık ki iklim riskleri bizleri sadece bir yönden tehdit etmiyor. Nerede olduğumuza ve nelerle ilgilendiğimize bağlı olarak iklim krizinin getirebileceği değişik riskleri dikkate almak zorundayız. Bu riskleri kısaca şöyle listeleyebiliriz:
Sel Riski: Dünyada genelde iki tür sel riski vardır. Biri geçen ay Almanya’da gördüğümüz gibi aşırı yağışlardan dolayı nehirlerin uzun vadeli taşmasından oluşan sel ve ülkemizde daha sıklıkla rastladığımız kısa süreli ama yoğun yağışlardan kaynaklanan yerel toprak kayması ve sel. Bu tür sel risklerinin belirlenebilmesi için varlık düzeyinde, metre seviyesinde çözünürlüğe kadar dikkatli bir analiz yapmak gereklidir. Bu risk belirleme yöntemi; elektrik üretimi ve dağıtımı, rafineriler, limanlar, havalimanları ve yoğun endüstriyel, ticari ve konut gelişim projeleri gibi kritik faaliyet ve varlıklar için uzun vadeli altyapı planlama, mühendislik, yatırım, kredi ve sigorta kararlarını desteklemekte kullanılabilir.
Rüzgar Riski: Ülkemizdeki enerji üretimi gün geçtikçe daha fazla güneş ve rüzgar enerjisine yönelmektedir. Özellikle rüzgar enerjisi üretimi; rüzgardaki kısa, orta ve uzun vadeli değişikliklere karşı oldukça hassastır. Buradaki riskin belirlenmesi, kurumların rüzgarla ilgili gelecekteki olası tehlikeli değişikliklere daha iyi hazırlanmalarını sağlar. Özellikle yaşamış olduğumuz yangın felaketinde, yönü ve şiddetinin yanında rüzgarın ne hızla yön değiştirebildiğinin de önceden bilinmesinin önemli olduğu görülmüştür.
Sıcaklık Riski: Sıcaklık iki değişik açıdan bireyler ve varlıklar açısından risk oluşturur. Sıcak ve nemli bir ortamda yaşamak ve çalışmak zorunda olan kişiler açısından sıcaklık ve nemin birlikte etkisini ele alan ve ideal çalışma koşullarını belirlemekte kullanılan ıslak termometre sıcaklığının belirlenmesine gerek vardır. Islak termometre sıcaklığının gün boyu 35 oC’nin üzerine çıktığı bölgelerde insanların serinletilmemiş mekanlarda yaşamasına bile imkan yoktur. Ülkemizde bu durumun yüzyılın sonunda doğru gözlemlenebilmesi mümkündür. Bunun ötesinde görülecek çok yüksek sıcaklıklar ise nem eşlik etmese bile bireyler ve varlıklar üzerinde risk oluşturur ve serinletme ihtiyacını artırır. Özellikle taze meyve, sebze ve ilaç gibi dar bir sıcaklık aralığında saklanması gereken ürünler açısından dış ortam sıcaklığındaki artış her zaman riski de beraberinde getirecektir.
Yangın Riski: Özellikle bu sene, tüm kişi ve varlıklar açısından orman ve çalı yangını riskinin ne denli büyük olduğunu gördük. Yakın gelecekte de gerek kişi gerekse de varlıklara dair bu riskin yüksek çözünürlüklü biçimde tahmin edilmesi ve karar destek sistemlerine eklenmesi faydalı olacaktır.
Kuraklık Riski: Gerek sanayi gerek hidroelektrik enerjisi gerekse de tarım üretimi için kullanılan suyun eksikliğini öngörebilmek özellikle planlama alanındaki risklerin bertaraf edilebilmesinde kritik öneme sahiptir. Kuraklık riski planlamasına sanayi için gerekli olan yer üstü ve yer altı su kaynaklarındaki gelecek değişiklikleri, hidroelektrik enerji santrallerinin su toplama havzalarındaki toplam su miktarını ve tarımın ürün desenine bağlı olarak ihtiyaç duyacağı doğal ve sulama suyu miktarını ve bunlardaki öngörüleri belirleyebilmek için ihtiyacımız vardır.
Deniz Yükselmesi ve Taşkınları Riski: İklim değişikliğine bağlı olarak deniz seviyesindeki artışla beraber fırtınalardaki rüzgar şiddetini de hesaba katarak kıyı bölgelerdeki taşkın riskini belirlememiz gereklidir. Bu konudaki çaba, gerek insan hayatına gelebilecek zararın öngörülmesi gerek yatırım gerekse de altyapı hizmetlerinin düzenlenmesi bağlamında karar desteği sağlar.
Geçtiğimiz kısa sürede iklim krizi bizlere sadece ani seller ve orman yangınlarından oluşan yüzünü göstermiş olsa da karşımızdaki problem ne yazık ki bundan ibaret değildir. Eskiden iklim değişikliğinden bahsederken uzak gelecekteki bir fenomenden bahsettiğimiz zannına kapılmamız doğaldı. Ancak son senelerde gördüklerimiz bu sorunun orta veya uzun vadenin değil, bugünün bir sorunu olduğunu tüm açıklığıyla ortaya koydu. Bugünden sonra artık “Ama biz bilmiyorduk!” deme şansımız pek kalmadı. İklim krizinin getirdiği riskleri öngörmek, buna göre çalışmalarımızı düzenlemek ve yatırım kararlarımızı buna göre almak zorundayız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder