3 Ekim 2020 Cumartesi

BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi

 30 Eylül’de Dünya liderlerinin çevrim içi katılımlarıyla Birleşmiş Milletler Biyoçeşitlilik Zirvesi gerçekleştirildi. “Sürdürülebilir Kalkınma Yolunda Biyoçeşitlilik İçin Acil Eylem” temasıyla düzenlenen bu zirvede liderler biyoçeşitliliğin ne derece önemli olduğu konusunda konuşmalar yaptılar ancak bu konuda somut adımların atılması yine mümkün olmadı. İklim krizi gibi çok daha gündemde olan bir problemin bile arka plana atıldığı bu pandemi döneminde Biyoçeşitlilik Zirvesi’nde liderlerin esas problemden uzak durmaları şaşırtıcı değil.

Aslında biyoçeşitlilik ve iklim krizi konusunda uluslararası çabalar 1992’de Rio’da yapılan Dünya Zirvesi’ne kadar uzanıyor. Bu zirvede üç uluslararası anlaşmanın temelleri de atıldı, konumuz dışındaki Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi Rio’da imzaya açıldı. Biz bu anlaşmalardan İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesini çok daha yakından takip ediyoruz. Bu sözleşmenin Taraflar Konferansları her senenin sonunda toplandığı zaman çevre açısından önemli bir gündem yaratıyor. Bu konferanslara bilimsel girdi sağlamak üzere yapılan bilimsel çalışmalar Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporları olarak karşımıza çıkıyor. Ancak diğer iki anlaşmanın da benzer bir yapısı olmasına rağmen bu konular bugüne değin gündemimize sıkça taşınmadı. Bundan dolayı da en azından gerçekleşen Biyoçeşitlilik Zirvesi bağlamında konuyu biraz açıklamanın faydalı olacağını düşünüyorum.



29 Aralık 1993’te yürürlüğe giren Biyoçeşitlilik Sözleşmesi’ne ülkemiz de 15 Mayıs 1997’de meclisten geçirerek taraf oldu. Bu sözleşmenin üç temel amacı vardır:

  1. Biyolojik çeşitliliğin korunması
  2. Biyolojik çeşitliliğin parçalarının sürdürülebilir biçimde kullanımı
  3. Genetik kaynaklardan elde edilen faydaların adil ve eşit biçimde paylaşılması

Bu amaçlara ulaşılmasına yardımcı olmak üzere sözleşmenin tarafları düzenli olarak toplantılar düzenlemeyi ve raporlar yayımlamayı kararlaştırdılar. Bu toplantıların ilki 1994’te Nassau’da yapıldı. 15-28 Ekim 2020 tarihleri arasında Çin’de (Kunming) yapılması planlanan 15. Taraflar Konferansı da Covid-19 nedeniyle 2021’e ertelendi. 16. Taraflar Konferansı’na da ülkemiz ev sahipliği yapacak.

Kyoto Protokolü veya Paris Anlaşması’nın benzeri olarak, Biyoçeşitlilik Sözleşmesi de iki önemli anlaşmayı imzaya açtı. 1999 yılında Cartagena, Kolombiya’da Biyogüvenlik üzerine Cartagena Protokolü ve 2010 yılında Nagoya, Japonya’da Genetik Kaynaklara Erişim ve Elde Edilen Faydaların Adil ve Eşit Paylaşımı üzerine Nagoya Protokolü kabul edildi. Ülkemiz bunlardan Cartagena Protokolü’ne 24 Ocak 2004’de taraf oldu, ancak Nagoya Protokolü’ne henüz taraf olmadı.

Biyogüvenlik üzerine Cartagena Protokolü dediğimiz zaman çoğumuzun aklına biyolojik silahlar gelebilir. Bu protokolün amacı biyolojik silahlarla alakalı değildir. Aksine biyolojik olarak üretilen ve çoğunluğunu Genetiği Değiştirilmiş Organizma olarak tanımladığımız tarım ürünlerinin ülkelerin doğal bitki türlerine zarar vermesini önlemek üzere yapılmış bir sözleşmedir. Bu bağlamda devletlere, kendi öz bitki türlerine zarar vereceği düşünülüyorsa, GDO’ların ülkeye girişini yasaklama hakkı da tanır.

Nagoya Protokolü ise genetik kaynakların sürdürülebilir kullanımının sağlanmasını ve bunlardan elde edilecek gelirlerin adil ve eşit biçimde dağıtılabilmesini amaçlar.

2010 yılında Nagoya’da aynı zamanda 2011-2020 yılları arasında biyolojik çeşitliliğin korunabilmesi için atılması gereken adımları belirleyen Aichi Biyoçeşitlilik Hedefleri üzerinde anlaşmaya varılmıştır. Aichi Biyoçeşitlilik Hedefleri beş temel amacın başarılması için planlanmıştır. Bu amaçlar şöyle sıralanabilir:

  1. Biyoçeşitliliğin devlet ve toplum genelinde yaygınlaştırılarak biyoçeşitlilik kaybının altında yatan nedenlerin ele alınması,
  2. Biyoçeşitlilik üzerindeki doğrudan baskıların azaltılması ve sürdürülebilir kullanımın teşvik edilmesi,
  3. Ekosistemlerin, türlerin ve genetik çeşitliliğin korunarak biyolojik çeşitliliğin durumunun iyileştirilmesi,
  4. Biyoçeşitlilik ve ekosistem hizmetlerinden herkese sağlanan faydanın artırılması,
  5. Katılımcı planlama, bilgi yönetimi ve kapasite geliştirme yoluyla uygulamanın geliştirilmesi.

Bu amaçların başarılabilmesi için de 20 hedef belirlenmiştir. Bu hedefleri bir sonraki yazıda daha ayrıntılı olarak anlatmaya çalışacağım. Ülkemiz Çin’den sonra 2021’de Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin dönem başkanlığını yükleneceğinden ve bir sonraki Taraflar Konferansı ülkemizde yapılacağından Aichi Biyoçeşitlilik Hedefleri’nin özellikle ülkemizde çevreye önem veren herkes tarafından özümsenmesinin gerekli olduğu düşüncesindeyim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder