“İklim krizini nasıl durdurabiliriz?” sorusunu sormadan önce isterseniz daha can alıcı soruyu soralım: “İklim krizini durdurmalı mıyız?” Çoğunuz, “Saçma bir soru, elbette durdurmalıyız.” diyeceksinizdir. Ancak madem durdurmalıyız, neden senelerdir bu yolda çözüm getirici adımlar atılmadı? Demek ki birileri, hem de yüksek yerlerde oturan birileri sizin ya da benim kadar iklim krizinin durdurulması gerektiğine inanmıyor. Peki, neden inanmıyor?
Bunun iki ana nedenini düşünebiliriz: Bulunduğu ortam ve koşullar inanmasına izin vermiyor ya da iklim krizinin sonuçlarının yeteri kadar kötü olacağına inanmıyor. İlki nispeten kolay, bir devletin veya şirketin başında olduğundan, iklim krizini durdurmak için atacağı adımlar çoğu yerde alışılmışın ötesine geçeceğinden, ya da zor olacağından bulunduğu pozisyonun kudretini veya kazançlılığını tehlikeye atabilecektir. Bu nedenle de pozisyonunu tehlikeye atmak istemiyor. Bu doğru bir yaklaşım olmasa da anlaşılabilir bir yaklaşım.
İklim krizinin sonuçlarının yeteri kadar kötü olacağına inanmamak ise çok daha büyük bir problem. Bunun daha küçük kısmı olan cahillik ve umursamazlığı fazla konuşmamıza gerek yok ancak cahil ve umursamaz olmayan, yani konuyu önemseyerek öğrenen ve bu öğrendikleri sonucunda bilinçli bir tercih yaparak sonuçların kötü olmayacağında karar kılanlar en tehlikeli grubu oluşturuyorlar.
İklim krizinin bize ve doğaya fazla zarar vermeyeceğini düşünenler bu kanıya nereden varıyorlar? Bu inanca sahip olanları da kabaca iki gruba ayırabiliriz: İklim krizi felakete dönüşmeden teknolojinin bir çözüm bulacağını düşünenler ve iklim krizinin kötü olduğunu ama bir felakete dönüşmeyeceğine inananlar.
Öncelikle ilk grubu ele alalım ve teknolojinin iklim krizine neden çözüm bulamayacağını açıklamaya çalışalım. İklim krizinin temelinde şu anki yaşam tarzımızın enerji gereksinimi var. Yani, yaşadığımız hayatı sürdürmek için bu kadar fazla enerji tüketmemiz gerekmese iklim krizi diye bir problemimiz de olmazdı. Ne yazık ki enerji yoktan var edilemiyor ve enerji üretim yöntemleri de kısıtlı. Dünyadaki enerjinin neredeyse tamamı da bize Güneş’ten geliyor. Güneş enerjisini sınırsız kabul edebiliriz, güneş enerjisinden kaynaklanan rüzgar ve hidroelektrik gibi kaynakları da aynı kategoriye koyabiliriz, ama kömür, petrol ve doğal gaz gibi bir enerji kaynağı daha yok. Onlar da milyonlarca yıl boyunca bitkilerin biriktirdiği güneş enerjisinden oluşuyor. Bittikleri zaman da yenilenebilir değiller ve ayrıca problemin sebebi de kömür, petrol ve doğal gaz yakmamız. Şunu tamamen içimize sindirmemiz gerekiyor: Kömür, petrol ve doğal gaz gibi yeri kazıp çıkartıp yakacağımız ve bize enerji verecek bir madde daha yok ve olmayacak da. Bu teknolojinin bir eksikliği değil, doğanın yapısı böyle. Ancak mesela; önümüzdeki 20 sene içerisinde buradan Jüpiter’e gidip, atmosferinden hidrojen toplayıp Dünya’ya geri getirip o hidrojeni yakıt olarak kullanmamızı sağlayacak dev uzay tankerleri üretebilirsek çözülür. Yalnız yerden sadece 400 km yukarı çıkabildiğimizi ve Jüpiter’e gitmek için de 2 milyar kilometre yol gitmemiz gerektiğini hatırlayacak olursak, 20 sene içerisinde öyle bir teknoloji geliştirmemizin mümkün olmadığını anlayabiliriz.
Peki Güneş’in yaptığı gibi füzyon ile enerji üretmeyi denesek? Evet, 1950 yılından beri bunu deniyoruz. 1950’de “Bu teknoloji 20 sene içerisinde gerçekleşecek.” deniyordu; 2020 yılında yapılan açıklamalar da aynı şeyi söylüyor. Dolayısıyla kitlesel anlamda enerji ihtiyacımızı gidermek için füzyon gibi teknolojilere de bel bağlamayın.
“Kömür yakmaya devam edelim ama çıkan karbondioksidi yakalayıp yerin altına gömelim.” derseniz karşımızda iki problem var. Öncelikle kömür, petrol ve doğal gaz bitiyor. Sonunu biz görmeyebiliriz, ama çocuklarımızın ya da torunlarımızın göreceği neredeyse kesin. O nedenle de bu fikir bizim neslin enerji sorununu çözebilir belki ama geleceğin değil. Ayrıca karbondioksidi çıkamayacağı bir şekilde yerin altına gömmek aslında çok zor bir teknoloji gerektirmiyor, ama bunu gerçekleştirmek o denli pahalıya geliyor ki o zaman da kömür yakmaya değmiyor. Ucuza mal etmeye çalıştığınızda da çoğu ucuz malda olduğu gibi, kaçıp atmosfere çıkma riski kabul edilemez derecede artıyor. Devletler, Paris Anlaşması gibi durumlarda kömür yakmaktan vazgeçmemek için karbonun bir gün yer altında saklanabileceği üzerine planlar kuruyorlar, yalnız bu teknoloji üzerinde senelerdir çalışmalarına rağmen deneysel çalışmalar haricinde en ufak bir ilerleme sağlanamıyor.
Peki karbondioksidi havadan yakalayıp kimyasal olarak saklasak? Senede atmosfere 50 milyar ton karbondioksit salıyoruz. Bu kadar karbondioksidi kireç taşına dönüştürmek için yaklaşık 60 milyar ton kalsiyum oksit gerekir. Dünyadaki üretim ise bunun sadece %0.6’sı. Yirmi yılda bunu 140 katına çıkartmak imkansız değil ama inanılmaz derecede pahalıya gelir.
Kısacası, teknoloji kömür, petrol ve doğal gaz yerine bir yakıt üretmekte de çıkan karbondioksitten kurtulmakta da bizim yardımcımız olamıyor. Bulutlara kükürt dioksit tozu serpiştirerek güneş ışığını kesmek gibi jeomühendislik çözümleri de bir yandan çözdüklerinden fazla sorun yaratıyorlar, diğer yandan da atmosferde artan karbondioksidin yarattığı problemin dışa vurumunu engellemeye çalışıyorlar, kendisini değil. Kıyaslamak çok hoş değil ama bu Kovid19 günlerinde ateşi çıkan bir hastaya sadece aspirin vererek eve göndermeye benziyor.
İklim krizinin kötü olduğunu ama bir felakete dönüşmeyeceğini düşünenler de fena halde yanılıyorlar. İklim modellerinin her geçen sene daha kötü sonuçlar vermesinin ötesinde karşımızdaki felaketler de iklim modellerinin tahminlerinden daha hızlı ilerliyorlar. Bu nedenle elimizde her şeyin “çok da kötü olmayacağına” dair herhangi bir veri yok, tersine veriler ise her geçen gün artıyor.
Yazımıza “iklim krizini nasıl durdururuz?” diyerek başlamıştık ve nasıl durdurulamayacağını anlattık. Ama bu da bizi çözümle baş başa bıraktı. Bu krizi durdurmanın kömür, petrol ve doğal gaz kullanımına son verirken enerji yoğunluğumuzu da azaltmaktan başka yolu yok. Yani hem bu kadar enerji tüketmeye devam edip hem de iklim krizinin bize zarar vermeyeceğini düşünmek hayaldir, hem de en kısa zamanda vazgeçmemiz gereken bir hayal. Enerji tüketimimizi kısıtlamak ve bununla birlikte hızla enerjiyi yenilenebilir kaynaklardan üretmeye yönelmek tek gerçekçi çözümdür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder