Dünya'nın atmosferi bizim kömür, petrol ve doğalgaz yakarak salınmasına neden olduğumuz karbondioksit nedeniyle ısınıyor. Bu ısınmanın etkilerini iklim değişikliği olarak adlandırıyoruz. Dünya ne kadar çok ısınırsa denizlerden o kadar fazla su buharlaşıyor. Bu su buharı atmosferde kalmayacağından bir noktada kar veya yağmur olarak toprağa geri dönüyor. Kolayca anlayacağımız üzere iklim değişikliği pek çok bölgenin hızla ısınmasına neden olsa da her yere düşen yağışın azalmasına ve Dünya'nın kuraklaşmasına neden olmayacak. Yalnız gelecekte toplam yağış fazla azalmayacak olsa da dağılımı ve şekli önemli değişiklikler gösterecek.
Eskiden “yaz yağmuru bu, ıslatır, geçer” derdik. Artık günümüzde yazın yağan yağmurdan çekinmeye başladık çünkü yaz yağmurları sağanak şeklinde yağmaya başladı. Bir yağmurdan bir sonraki yağmura olan süre gittikçe artıyor ve sonunda gelen yağış kısa süreli sağanak şeklinde oluyor. Bu tür yağışlar, daha da şiddetlenerek, gelecekteki normalimiz haline gelecek. Yani eskiden karşılaştığımız ıslatıp geçen yaz yağmurları mazide kaldı ve bu yaz sağanaklarına alışmak zorundayız. Bundan sonra eskiden bir yazda düşen yağış artık iki saatte düşüyor olacak. Önemli olan ise bu durum karşısında hazırlıklı olabilmek.
Ülkemizin çoğu bölgesi iklim değişikliği nedeniyle alışılanın ötesinde yağış alacak. Bu durumdan en fazla etkilenen de denize yakın kesimler olacak. Doğal olarak yaz yağmurları daha çok denizden buharlaşan su ile beslendiğinden özellikle deniz kıyısı bölgelerde ani ve şiddetli yağışların görülmesi olasılığı gittikçe artmaktadır. Çoğumuz şehirlerde yaşadığımız için pek fark etmiyoruz ama şehirler karaların çok küçük bir kısmını kaplar. Şehirlerin dışında uzun kuraklıklar sonunda susuz kalan toprak ani yağışlarda suyu fazla ememediğinden düşen yağışın önemli bir kısmı yer altına sızmadan akışa geçer. Şehirlerin büyük kısmı da yollar ve betonla kaplı olduğundan yağmurun toprağın altına sızma şansı zaten yoktur. Bundan dolayı şehirlerde ve kırsal kesimdeki yağış doğaya fazla zarar vermese de insanların kurduğu altyapıya büyük hasar verebilme kudretine sahiptir.
Bu durum karşısında yapılması gereken en önemli şey doğaya saygı duymaktır. Doğayı ıslah edemezsiniz, doğa sizi eninde sonunda ıslah eder. Bu nedenle doğayı kontrol etme sevdamızı bir kenara koyarak doğanın hışmından nasıl korunabileceğimizi düşünmeye başlamamız gerekiyor. 2009 yılında yaşadığımız Ayamama felaketi doğayı ıslah edebileceğimize inanmamız nedeniyle meydana gelmiştir. Ayamama Deresi binlerce yıldır sakince denize akan bir dereydi. Ama çevresindeki yapılaşma artınca bu dereyi “ıslah etmemiz” gerekti. “Islah etmek”ten anladığımız ise derenin normal yatağını bir kanalın içine almaktır. Bu kanalın genişliğini ve derinliğini hesap ederken öncelikle ekonomi, sonra da meteoroloji işin içine girer. En kolay çözüm kanalı olabildiğince geniş ve derin yapmaktır ama bu hem pahalıya mal olur hem de kıymetli arazilerin kaybına. O zaman meteorologlara dönüp sorarız “Bu dereden 100 yıllık bir sürede geçmiş en fazla su miktarı ne kadardır?” diye. O dereden sadece 100 yılda bir geçebilecek kadar suyu hesaplayıp kanalı buna göre tasarlarız eğer işimizi ciddi yapıyorsak. “100 yıla kim öle kim kala, bu dere 20 sene taşmasa bize yeter” diyorsak daha fazla arazi kazanırız, kanal da daha ucuza mal olur.
Burada iki önemli problemimiz var. İlki biraz teknik: Çoğu dere için elimizde 100 senelik akış değerleri yok. Dolayısıyla elimizdeki kısıtlı veriden en fazla ne kadar su akmış olabileceğinin tahminini yapmaya çalışırız ve bu tahmin bazen doğru çıkmayabilir.
İkinci problem ise çok daha önemli. Geçmiş 100 yılı düşünerek yaptığınız herhangi bir plan gelecekteki 100 yılda çalışmayacaktır. Ne düşen yağış miktarı, ne deniz seviyesi, ne de rüzgar hızı geçmişteki gibi olacak. Dolayısıyla da planlama yaparken meteorolojiye danışma çağı artık ne yazık ki geçti. Artık meteorolojinin verdiği cevapları bölgesine göre 2, 3, 5 veya 10 ile çarpmamız gereken bir çağa girdik. Bu cevapları kaçla çarpmamız gerektiğini öngörmek de bize apayrı bir görev veriyor.
Bunun yanında büyük şehirlerimizin bir problemi daha var. Bu şehirlerin içme suyu bazı durumlarda yüzlerce kilometre öteden getirilirken bu şehirlere düşen yağmur suyu da kanalizasyon ile birlikte taşındığından hem taşkınlara yol açıyor, hem de çoğu zaman şehrin su kaynaklarına katkıda bulunmadan deşarj ediliyor. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki maddi sıkıntılar nedeniyle hatalı planlanan altyapıları geçen zaman içerisinde de kimse ayırmaya cesaret edemediğinden sorun neredeyse çözülemez hale gelmiş. Oysa atık suları yağmur suyundan ayrı toplayacak olsak hem şehirlerin su ihtiyacına destek oluruz, hem de taşkınları engelleyebiliriz. Yalnız böylesi bir altyapı çalışması için çoğumuzun yaşadığı sokağın kazılması gerekiyor. Her yağmur yağdığında “ah şu altyapı” demek çoğumuza kolay geliyor. Ancak biri gelip yaşadığımız sokağı üç ay kapatacak olsa çoğumuz rahatımız bozulduğu için yeri yerinden oynatırız. Ne yazık ki altyapı sorunlarını çözmenin başka bir yolu da yok.
Sonunda bir de iyi haber var: 2050’de yaşayacak şehirli nüfusun yaşayacağı yerlerin yarısı henüz inşa edilmedi. Buraların inşasında eskiden beri yapılan hatalar tekrarlanmazsa her yağan yağmur sele veya taşkına dönüşmez. Çözümler var, yeter ki geçmişte yapılmış hataları tekrar etmekte ısrarcı olmayalım. Özellikle iklim değişikliğinin şehircilik problemlerine eklenmesi gelecekte hayatımızı çok daha zorlaştıracağı için şehir planlamasını çok dikkatli biçimde yeniden düşünmeliyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder