Küresel ısınmanın nedeni 1750’den bu yana yaktığımız fosil yakıtlarının, yani kömür, petrol ve doğal gazın atmosfere saldığı karbondioksit gazıdır. Küresel ısınmayı durdurmanın tek yolu da bu yaptığımız salımı durdurmaktır. Ancak özellikle ekonomi çevrelerinde bu konu ele alındığında hafifçe kafa karıştırıcı kavramlar ortaya atılıyor. Bu kavramlardan ikisi “Net sıfır salım” ve “%100 yenilenebilir enerji”. Bunların ne olduğu ve bizim geleceğimiz için ne anlam ifade ettiğini anlayabilmek için biraz iklim biliminden bahsedeceğim.
Atmosferde karbondioksit oranı buzul çağlarında milyonda 180 moleküle (180 ppm - parts per million) düşer, buzul çağından çıktığımız zaman ise 280 ppm’e yükselir. Buzul kayıtlarından edindiğimiz bilgi karbondioksit seviyesinin son 800 bin senede bu iki limit arasında oynadığını gösteriyor. Ancak Sanayi Devriminden bu yana yaktığımız kömür, petrol ve doğal gaz atmosferdeki karbondioksit seviyesini 410 ppm civarına çıkartmış durumda. İklimin geçtiğimiz 10 bin senede olduğu gibi dengeli kalması ve felaket senaryolarıyla karşılaşmamamızın en pratik çözümü, karbondioksit oranının 280 ppm seviyesini hiç aşmamasını sağlamak. Ne de olsa 280 ppm seviyesi son 10 bin sene boyunca bize içinde fazla sürprizler barındırmayan bir iklim sundu. Eğer atmosferimiz 280 ppm’den daha yüksek bir karbondioksit seviyesine sahip olacak olursa bizim de sıcak hava dalgaları, kuraklık veya seller gibi iklim sürprizlerine hazırlıklı olmamız gerekiyor.
Atmosferdeki karbondioksit oranı 410 ppm seviyesinde ve her sene neredeyse 2-3 ppm daha artıyor. Bu artışın olduğu gibi devam etmesi son 10 bin yılda alıştığımız iklim düzenine veda etmemiz anlamına geliyor. Bu nedenle de acilen önlem alarak öncelikle bu artışa “dur” dememiz gerekli. Ama büyük iklim sürprizleri ile karşılaşmamamız için güvenli kabul edebileceğimiz seviye ne kadar? İklim bilimciler yıllardır bu sorunun üzerinde kafa yoruyorlar. Bizim günlük yaşamımızdan ve haberlerden öğrendiğimiz temel bilgi, dünyanın ortalama sıcaklığının şimdiden son 10 bin yıl ortalamasının en az 1 derece üzerine çıkmış olduğu. Bu artış da dünyanın çoğu yerinde sıcak hava dalgalarına, kuraklıklara, sellere, alışılmadık kasırgalara, dev orman yangınlarına ve salgın hastalıklara yol açıyor. Yani 410 ppm seviyesi bile güvende olabilmemiz için yeterli değil. Bilim insanları 280 ppm seviyesi hedefine ulaşmanın zorluğunu göz önüne alarak kısmen güvende sayılabileceğimiz 350 ppm seviyesini hedef olarak gösteriyorlar.
Tüm bu bilgileri toparladığımızda şu sonuca ulaşıyoruz. Atmosferdeki karbondioksit oranı şu anda 410 ppm ve her yıl 2-3 ppm artıyor. Olmamız gereken yer ise bu oranın en fazla 350 ppm olduğu nokta. Yani acilen kömür, petrol ve doğal gaz yakmayı bırakmanın ötesinde, eğer becerebiliyorsak atmosferdeki karbondioksidi geri emmenin bir yolunu bulmak zorundayız. Burada doğa bize önemli ölçüde yardım sağlıyor. Eğer biz atmosfere karbondioksit saçacak yeni yollar bulmazsak deniz ve ormanlar karbondioksit oranını birkaç bin sene içerisinde 280 ppm seviyesine geri indirecek. Biz de yardımcı olursak bu süre çok daha kısalabilir.
Peki karbondioksit oranındaki artışı durdurup azalmasını nasıl sağlayacağız? Doğal olarak en mantıklı öneri atmosfere karbondioksit salmayı hemen bırakmak şeklinde karşımıza çıkıyor. Eğer 2050 yılına kadar atmosfere karbondioksit salmayı bırakacak olursak artışı 450 ppm’de durdurup yavaş yavaş azaltıma geçmemiz mümkün görünüyor. Unutmayalım, güvende olduğumuz seviye 350 ppm, 450 ppm değil. Bu nedenle de sıfır karbondioksit salımı yapmamız yeterli değil. Bizim artı, doğanın toplam etkisinin negatif olması gerekiyor ki yavaş yavaş 350 ppm seviyesine geri inebilelim.
Karbondioksit salımlarının negatif olması sorunsalı da bizi en başta sorduğumuz soruya geri getiriyor. Çoğu ekonomist ve politikacının düşündüğü gibi salımların sıfır olması değil, net salımın sıfır olması yeterli mi? Yani karbondioksit salımlarımızı sıfırlamamız gerekmiyor, sadece doğanın emdiği kadar salarak net sıfır seviyesini bulmamız yeterli mi? Baştan beri anlattıklarımdan bunun yeterli olmadığını anlamışsınızdır. Küçük de olsa negatif bir salım, yani doğanın emdiğinden daha az salmak kesinlikle gerekli. Dolayısıyla ilk soruya vereceğimiz cevap, hayır olmalı, net karbondioksit salımının sıfır olması insanlık için yeterli olamaz.
Peki ya %100 yenilenebilir kaynaklardan enerjimizi sağlamak yeterli olur mu? Bu soruya cevap verebilmek için başka soruları da gündeme getirmemiz gerekiyor. Mesela tüm arabaları 33 sene içerisinde sadece elektrikle çalışacak şekilde tasarlayıp üretebiliriz ancak aynısını uçaklara yapmamız mümkün mü? Yenilenebilir enerji kaynaklarından faydalanmak merkezi bir enerji altyapısındansa dağınık bir enerji altyapısı gerektiriyor. Tüm dünyada bu dağınık enerji altyapısına 33 sene içerisinde geçmek mümkün mü? 2050’de dünya nüfusunun 9 milyarı bulması bekleniyor. Bu kadar kalabalık bir dünyada herkese eşit ve adaletli bir biçimde dağıtılacak kaynakları sadece yenilenebilir kaynaklardan sağlayabilir miyiz? Aslında tüm bu sorulara cevapların evet olması gerekiyor, çünkü eninde sonunda varmamız gereken nokta orası. Ama bunların tümünü 33 sene içerisinde başarabilir miyiz? Ben başarılabileceği konusunda olumlu düşünüyorum, yani bunları yapmak mümkün, ancak başarılacağı konusunda çok ciddi şüphelerim var. ABD’nin başına Donald Trump gibi bir başkanın daha geçmesi bu hedeflerin başarılması yolunda çok önemli bir engel olur. Bu nedenle de enerjimizi 2050 yılına kadar tamamen %100 yenilenebilir kaynaklardan, yani rüzgar ve güneşten sağlamanın tam olarak gerçekçi bir plan olduğunu da düşünmüyorum.
Dolayısıyla hedeflerimiz açısından öncelik belirlemek şu durumda çok daha önemli. Evet, yenilenebilir enerji gelecek için problemimizin ana çözümü, ancak acil ihtiyacımız salımların azalarak ibrenin eksiye dönmesidir. Bu nedenle önerilen iki politikada da var olan eksiklikler bir başka yol arayışını da beraberinde getirmek zorunda. Bu yolun da başlangıcı bizleri kömür, petrol ve doğal gaz yakmaya yöneltecek tüm yatırımların hemen durdurulmasından geçiyor. Bugünden itibaren yeni bir kömürlü veya doğal gaz yakan termik santral veya benzin ya da dizel motorlu araç yapan fabrika açılışı yapmamak gerekiyor. Elimizde olanları iyileştirmeye veya değiştirmeye harcayacağımız çabayı da yenilenebilir kaynaklara sarf etmemiz gerekiyor. 2050 yılına geldiğimizde belki %100 yenilenebilir kaynaklardan enerji üretmiyor olabiliriz veya tam olarak negatif karbondioksit salımı yapmayabiliriz, ama bu tür kesin sınırlar uzun vadede gideceğimiz yönü belirlemede çok daha etkili olacaktır. Aksi takdirde bugünkü yapının elemanları gene içi boş kavramlarla gitmemiz gereken yolu bulanıklaştırmaya devam edecekler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder