2015 yılında çevreye saygılı insani gelişme bağlamında önümüzdeki 15 senede yapılacakları belirleyen çok önemli kararların alındığı toplantılar yapıldı. Bu toplantılar sonunda insanlığın önündeki yollardan sürdürülebilir ve doğaya saygılı olan yolu seçtiğini gördük. Seçilen bu yolu takip etmenin çok güç olacağı kesin ama ne derece başarılı olacağımızı önümüzdeki senelerde yakından takip edeceğiz.
2015 yılının Aralık ayında Paris'te Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UN Framework Convention on Climate Change – UNFCCC) Taraflar Konferansı'nın (Conference of the Parties – CoP) yirmi birincisi yapıldı. Beklendiği gibi bu konferansın sonunda dünya ülkeleri arasında bir iklim değişikliği anlaşması imzalandı.
Daha önce Kopenhag'daki on beşinci Taraflar Konferansı'nda devletler önemli bir karar alarak küresel ısınmanın bilim insanlarının koyduğu limit olan iki derece ile sınırlanması konusunda fikir birliğine varmışlardı. Paris'teki toplantıda da iki derece ısınma limiti üzerinde tartışmaların geçmesi beklenirken küresel ısınmadan en fazla zarar görecek olan küçük ada ülkelerinin çabasıyla bir buçuk derece limiti anlaşmaya girmeyi başardı.
Paris'te varılan anlaşmaya göre tüm devletler küresel ısınmanın bir buçuk derece ile sınırlandırılması için ellerinden geleni yapmaya çalışacaklar, ama başaramazlarsa en azından iki dereceyi aşmamasına çalışacaklar.
Bu kadar kısaca anlatılabilecek bir metni hazırlamak için dünyadaki çoğu ülkenin temsilcileri iki hafta boyunca aralıksız çalıştılar ve sonunda sokaktaki insanın anlamaya uğraşmayacağı bir metin çıktı ortaya. Dünyadaki çoğu ülke gibi bizi de 2030 yılına kadar bağlayacağından bu anlaşmanın ana noktalarını anlamamızda fayda var:
- Paris Anlaşması devletlerin 2020-2030 yılları arasında iklim değişikliği konusunda yapmayı istedikleri değişiklikleri karara bağladı.
- Buna göre her ülke küresel ısınmanın iki derece ile sınırlandırılması için yapmayı düşündükleri değişiklikleri kendileri açıkladılar ve bu değişiklikleri yapmak için çalışacaklarını kabul ettiler.
- Ayrıca bu niyet beyanlarının bizleri hedefe götürüp götürmediğini denetlemek için de her beş yılda bir ortaya konan niyet beyanlarının gözden geçirilip gerekli iyileştirmelerin yapılmasına karar verdiler. Buna göre ilk gözden geçirme 2020 yılında yapılacak.
- Ülkemiz her ne kadar ekonomik açıdan gelişmiş ülkeler örgütü olan OECD üyesi olsa da toplantı boyunca diğer dünya ülkelerini aslında o kadar da gelişmiş olmadığına ve fosil yakıt bazlı bir ekonomiden yenilenebilir kaynaklara dayanan bir ekonomiye geçmek için yardıma ihtiyacı olduğuna inandırmaya çalıştı. Bu çabamız ancak “tamam bizim kadar gelişmiş değilsiniz ve gelişmekte olan ülkelere yardım yapma yükümlülüğünüz yok, ancak gelişmiş ülkelerden de maddi kaynak isteyecek kadar az gelişmiş değilsiniz” seviyesinde destek buldu.
Karşımızdaki böyle bakıldığında aslında fena görünmeyen bir anlaşma metni. Ama detaylarına girdiğimizde karşımıza önemli problemler çıkıyor:
- Anlaşma üzerindeki en önemli tartışma bir tek kelime için yapıldı. İngilizce olarak “shall – olacak” yerine “should – olmalı” kullanılması. Yani, sonunda anlaşmada “iklim değişikliğini iki derece ile sınırlamak için çalışılacak” yerine “iklim değişikliğini iki derece ile sınırlamak için çalışılmalı” denildi. Bu da anlaşmanın tamamını bağlayıcı bir metin olmaktan çıkartıp bir temenniler dizisi haline soktu. Bir yandan “2 derece ile sınırlandıracağız” değil “2 derece ile sınırlandırmaya çalışacağız” şeklinde yumuşak bir ifade kullanılıyor, sonra da bu ifade “çalışacağız” değil “çalışmalıyız” haline indirgeniyor. Tüm bunların arkasındaki ana neden ABD Meclisi'nin bağlayıcı bir metni onaylamayacağını önceden belirtmiş olmasıydı. Sırf ABD'yi bu anlaşma içerisinde tutabilmek için anlaşma sulandırılarak bir temenni seviyesine indirildi.
- Her ne kadar anlaşmada “küresel ısınma 1.5 derecelik artışla sınırlandırılmaya çalışılmalıdır” denilse de ülkeler niyet beyanlarını geçen yıl Lima'da yapılan Taraflar Konferansı'nda alınan kararlara göre 2 derecelik bir artış için vermişlerdi. “Yarım dereceden ne olur canım” diye düşünenlere farkı şu şekilde anlatabiliriz: 1.5 derecelik hedefi tutturabilmek için fosil yakıtları kullanmayı bugün bırakmamız gerekiyor, 2 derecelik hedef ise 2050 yılına kadar kademeli olarak bıraksak da başarılı olabileceğiz anlamına geliyor. Arada dünya ekonomisi açısından 35 senelik bir fark var.
- Ayrıca ülkelerin niyet beyanlarını topladığımızda da elde ettiğimiz sonuç 2 derecelik hedefi tutturmaktan çok uzak olduğumuzu ve herkes tüm beyanlarını yerine getirecek olsa bile artışın yaklaşık olarak 3 dereceyi bulacağını gösteriyor. Yani ülkelere “siz ne yapmak isterseniz söyleyin” dediğimizde verilen beyanlar bizi hedefe ulaştırmaktan ciddi şekilde uzak.
- Ülkemiz verdiği niyet beyanını %7 ekonomik büyümeye dayandırdı. Koyulan hedef ise 2030 yılında hiçbir şey yapmasak yapacağımız sera gazı salımından %21 azaltım sağlamaya çalışmak. Bu %21'lik azaltım için de dış yardıma ihtiyaç duyduğumuzu her vesile ile dile getirdik. Ancak, Dünya Bankası'nın geçmiş yılların performansı ve verilere dayanarak ülkemiz için öngördüğü büyüme sadece %3.5. Yani bazı yıllar arzuladığımız gibi %7 büyüyebiliriz, ama yolda mutlaka ekonomik krizler olacaktır ve bu bizi hedeflenen %7'den çok daha düşük bir büyüme rakamına getirecektir. Bu arada devletimizin bu niyet beyanı hariç ortalama resmi büyüme beklentisinin %5-5.5 bandında olduğunu da belirtmek gerekir. Gerek Dünya Bankası'nın büyüme rakamlarını gerekse de Kalkınma Bakanlığı'nın büyüme rakamlarını tutturacak olursak niyet beyanında belirtilen %21'lik azaltımı hiçbir şey yapmadan tutturacağımız ortadadır.
- Diğer ülkelerin durumu bizim kadar kötü olmasa da pek çok ülkenin benzer davranmış olduğunu düşünecek olursak varılan anlaşmanın ne derece zayıf bir anlaşma olduğu ortadadır.
Peki, elimizdeki bu zayıf anlaşmaya neden sevinmeliyiz?
- Öncelikle, artık elimizde bir anlaşma var. Bu anlaşmanın üzerinde de tüm dünya devletlerinin iklim değişikliğini 2 derece ile sınırlamak için çalışacaklarına dair imzaları var. Daha önce ortada böyle bir anlaşma olmadığından üzerinde tartışılacak veya geliştirme istenecek bir temel yoktu.
- Bu anlaşmaya uyulduğunu göstermek için artık daha sağlıklı veri toplanması gerekiyor. Daha sağlıklı veri toplanması hatalarımızın nerede olduğunu ve nereleri düzeltebileceğimizi görmenin ilk ve en önemli adımıdır.
- Bu anlaşma her beş yılda bir gözden geçirilerek yeniden düzenlenecek. Ülkemiz de beş yıl içerisinde çok daha ciddi bir niyet beyanında bulunmak zorunda kalacak.
- Beklenmedik bir şekilde iki yerine bir buçuk derecelik bir artış kavramı dünya politikasına girmiş oldu. Küresel ısınmanın bugün bir dereceye ulaşmış olması tehdidin ne derece yakın olduğunu görmemize de fayda sağladı.
- Artık bundan sonra aklı başında hiçbir politikacı “iklim değişikliği yoktur” diyemez, olsa olsa “iklim değişikliği bizim suçumuz değil” diyebilir. Bu da doğru politikalar üretebilmek için ilk adımdır.
Dünya liderleri üstlerine düşen görevi yerine getirerek bu anlaşmaya vardılar. Artık bizlere düşen bu anlaşmanın şartlarının yerine getirilmesi için gerekli takibi yapmaktır. Çünkü her ne kadar niyet beyanları bizi üç derece artışa doğru götürüyor olsa da eğer bu niyet beyanlarına uyulmayacak olursa artış üç dereceden çok daha fazla olacaktır. Yazılmamış olsa da bu anlaşmada kabul edilen en önemli gerçeklik budur.
Yazının yayınlanmış halini EKOIQ Ocak 2016 sayısında bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder