Ülkemiz, 2012 yılının Ekim ayından bu yana şiddetini gittikçe arttıran bir kuraklıkla yaşamak zorunda kaldı. Bu kuraklığın temelinde yatan ana unsur, küresel iklim değişikliği sebebiyle her geçen gün biraz daha az yağış alıyor olmasıdır. Dolayısıyla içinde yaşadığımız kuraklık geçici bir olgu değil kalıcı bir gerçekliktir. Mutlaka bazı seneler bundan daha yağışlı geçecektir ama unutmamamız gereken önemli unsur, uzun seneler içerisinde iklimin bu davranışının bizi daha kurak bir geleceğe doğru sürüklediğidir.
İklimin kuraklaştığı dönemlerde tartışılan önemli konulardan biri kuraklıkla başa çıkmayı sağlayacak bir su yönetimi ve kuraklık politikasıdır. Başta ve uzatmadan söyleyecek olursak devletimizin kuraklıkla mücadele politikası bulunmamaktadır. Ama böyle bir politikanın gerekliliği konusunda devlet de biz de hemfikir olduğumuza göre söz konusu politikanın ana hatlarını da belirlememiz gerekir.
Özelde kuraklık genelde ise su yönetimi politikasının en vazgeçilmez unsuru ülkemizin su kaynakları hakkında bilgi sahibi olmaktır. Daha da açık anlatmak gerekirse öncelikle ne kadar kullanılabilecek suyumuzun olduğunu bilmemiz gerekir. Bunun kolay olduğunu düşünüyor olabilirsiniz ama bu birkaç açıdan zor bir problemdir. Mesela, İstanbul'daki barajların ne kadar suyla dolu olduğunu öğrenmek isterseniz İSKİ size %29, DSİ de %25 cevabını verir. Aradaki fark yaklaşık 45 milyon metreküptür ki bu da İstanbul'un 18 günlük su ihtiyacıdır. Bu aradaki fark değişik devlet kuruluşlarının aynı baraj için farklı yaklaşımlar kullanmalarından kaynaklanır, dolayısıyla, doğru su miktarına ulaşmak göründüğü kadar kolay değildir. Su miktarı konusunda bir diğer problem de yer altı sularının miktarını tahmin edebilmektir. Hepimizin kolayca kabul edebileceği gibi, yer üstü sularının aksine, yeraltı sularının miktarını tahmin edebilmek çok daha karışık bir problemdir ve yer üstü sularının miktarında mutabık olmayan ölçüm yöntemlerinin yer altı sularında anlaşmaları çok daha zordur.
Su yönetimi konusunda üstesinden gelmemiz gereken ikinci önemli problem, kimin ne kadar suya ihtiyacı olduğunu ve aslında ne kadar su kullandığını belirleme problemidir. Bunun da kolay olduğunu düşünebilirsiniz, ne de olsa evlerimize gelen su kapımızdaki sayaç tarafından ölçülüyor. Ama unutmayalım ki ülkemizdeki tatlı su kaynaklarının yaklaşık %70'i tarımsal sulamada kullanılmaktadır. Burada kullanılan suyu göz kararı ile belirlemek belki mümkün olabilir ama kimin ne kadar su kullandığını makul bir kesinlikle belirlemek çok zordur. Devletin bu konudaki çabalarına toprak sahiplerinin çoğu ileride harcayacakları suyun kısıtlanabileceği endişesiyle şu anda kullandıkları suyun ölçülmesine karşı çıkmaktadır.
Ayrıca, gene bildiğimiz gibi, tarımsal faaliyetlerde sulama tekniklerini geliştirerek daha az suyla daha fazla ürün elde etmek mümkündür.
Buradan anlayabileceğimiz gibi, ilk bakışta kolay gibi görünse de devletimiz ne, ne kadar suya sahip olduğumuzu, ne de ne kadar su harcadığımızı kesin olarak belirleyebilmektedir. Bu da bir su politikası oluşturulurken karşı karşıya kalınabilecek önemli problemlerden biridir).
Ancak bu bilgi eksikliği su ve kuraklık politikasının zayıf karnı değildir. Daha önemli unsur bu konudaki politik irade sorunsalıdır. Ülkemizdeki suyun yönetim görevi Orman ve Su İşleri Bakanlığına bağlı Su Yönetimi Genel Müdürlüğüne verilmiştir. Ama adında her ne kadar su yönetimi tamlaması geçse de bu genel müdürlüğün ana işlevi daha ziyade su yönetimini koordine etmek, yani suya taraf olan devlet bileşenlerini bir masa etrafında toplayıp karşılıklı diyalog içerisinde olmalarını sağlamaktır. Bunun ise devlet sistemimizin çalışma prensipleri açısından verimli bir sonuç getirmesi son derece zordur. Bu toplantılarda görev alan çeşitli devlet kuruluşlarının bürokratları su yönetimi konusunda yetkiye sahip olmadıklarından ortak kararlara varılması son derece zordur.
Bu durumda yapılması gereken ekonomi veya milli savunmaya benzer bir şekilde su konusunda karar verme yetkisine sahip kişileri bir kurul içerisinde bir araya getirerek kararlar alınmasının sağlanması ve bu kararların alt kademedeki bürokratlar tarafından uygulanmasıdır. Daha basitçe söylersek, ne kadar suyumuz olduğunu ve kimin ne kadar suya ihtiyacı olduğunu belirledikten sonra başbakanla birlikte ilgili bakanlardan oluşan bir kurulun bu suyun dağıtım esaslarını belirlemesi ve bir kuraklık anında bunların öncelik sıralamasını da planlaması gerekmektedir. Ülkemizde bu çalışma başbakan ve ilgili bakanları meşgul edemeyecek kadar önemsiz göründüğünden daha alt basamaklardaki yetkililer tarafından yapılmaktadır. Bunun da doğal sonucu plan çıktılarının birbirleriyle çakışmalarından dolayı değişik devlet kuruluşları tarafından uygulanamamasıdır. Ayrıca bu sistem paydaşların görüşlerini içermediğinden tabanda da destek bulmakta zorlanmaktadır.
Ülkemiz su fakiri olma yolunda hızla ilerlemektedir. Bugün yakın çevremizdeki ülkeler arasında henüz su savaşları başlamamış olsa da gelecekte bizleri bu konuda önemli sorunlar beklemektedir. Bu nedenle fazla geç olmadan önce uygulanabilir bir su politikası üretmemize, sonra da bunu suyun iklim değişikliği nedeniyle kıtlaşacağı zamanları da düşünerek bir kuraklık eylem planına dönüştürmemiz gerekmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder