Orijinal yayın: 30.04.2011 T24 İnternet Gazetesi
Çocuklarımızın iyiliği için hepimiz aktivist olmalıyız. Ben bunun için 26 Nisan akşamı Galatasaray'daydım. “Nükleere hayır” diyen grupla her konuda hemfikir olduğumdan değil. Gerçi bugünün Türkiyesi için bana “nükleere ne dersin?” derseniz cevabım o akşam İstiklal Caddesi'nde yürüyen kalabalıklar gibi “Hayır” olur, ama benim “Hayır'ım” onların “Hayır'ından” biraz farklı, bunu da biraz anlatmam gerek sanıyorum.
Öncelikle, dünyanın kaynaklarının yeterli olmamasının temel sebebi insan nüfusundaki aşırı artıştır. Dünya nüfusu 2-3 milyar arasında olsaydı enerji üretmek için ne termik ne de nükleer santrallere gerek kalırdı. Bu sebepten ilk değiştirmemiz gereken davranış biçim kaynaklar sınırsızmışçasına üremektir. Kaynaklar sınırlı ve bizler bugün çocuklarımızın hakkını yiyiyoruz, onların günü gelince yiyecek bir şeyleri kalmayabilir.
Nüfus artışını sınırlamak için çok ciddi önlemler almaya gerek yok. Her kadının ortalama iki çocuğu olmasını sağlayabilsek insan nüfusu zaten kendisini makul bir sürede dengeliyor. Eğer her kadının ortalama 2,20 çocuğu olursa bu nüfusun sabit kalmasını sağlıyor. Ülkemiz için bu sayı 2,16. Yani bizim nüfusumuz uzun vadede azalma trendi gösteriyor, başbakanımızın bir kaç ay önce etmiş olduğu “3 çocuk” tavsiyesinin temel sebebi de nüfusumuzun artışındaki bu azalma trendi. Dünya ortalaması 2,56 olduğu için dünya nüfusu hızla artmakta ancak artış hızı gittikçe azalmakta. Bireyler her geçen gün doğan her yeni çocuğun imkanlar değil zorluklar getirdiğini gördüklerinden bu konuda bir bilinçlenme yavaş da olsa yayılmakta, özellikle de az gelişmiş ülkelerdeki kadınlar arasında.
İkinci ana konu, sınırlı kaynakların verimli kullanılması. Hiçbir doğa kanunu bizim dünyadaki tüm kaynakların sonunu getirecek kadar tüketim çılgınlığına girmemizi gerektirmiyor. Toplumların hayattan aldıkları memnuniyetin artması için ekonomilerin büyümesi gerektiğini sadece kapitalist doktrin söylüyor, bu bir doğa kanunu değil. Bizlerin doğa kaynaklarının imkan verdiği ölçüde tüketerek sürdürülebilir bir hayat yaşamamız mümkün ancak bunun için önce nüfus artışını durdurmamız, ardından da tüketim çılgınlığına son vermemiz gerekiyor. Ancak bu ikisini yerine getirdiğimizde üçüncül konulara bakmaya başlayabiliriz.
Dünya nüfusu sürdürülebilir bir seviyede olsa ve bu nüfus kaynakları efektif olarak kullanıyor olsa tüm dünya nüfusuna yenilenebilir enerji kaynakları yeterli olacaktır. Dolayısıyla savaşım sırasında güneş+rüzgar+jeotermal enerji kaynaklarına yönelmek ancak üçüncü sırada geliyor. İlk iki sıradaki sorunlara çözüm bulmadığımız müddetçe yenilenebilir enerji kaynaklarına başvurmak yeterli olmayacaktır. Bu realite ile karşılaştığımızda lütfen bana “ama Sahra Çölü'nün tamamını güneş panelleri ile kaplayacak olsak bu dünyanın tüm enerjisini sağlamaya yeter” demeyin, benim matematiğim de o hesabı yapmaya yetiyor ama insanların sadece 2 çocuk yapmalarını ve tüketim çılgınlığına son vermelerini beklemek ne derece gerçekçiyse Sahra Çölü projesi de o derece gerçekçi benim gözümde.
O zaman insanlığın enerji açlığını gidermek için yoğun enerji kaynaklarına mahkumuz. Ama hanginiz nüfus artışını azaltmak ya da tüketim çılgınlığını dizginlemek için sokağa dökülüyorsanız, ben de sizinleyim, çünkü doğru ola budur. Aynı zamanda en zor olan da bu olduğundan biz kolay yolları seçiyoruz.
Enerjide bulduğumuz kolay yol da yerden neredeyse serbestçe çıkan kömür + petrol + doğalgaz üçlüsünü kullanmak. Ama gördük ve biliyoruz ki bu üçlü atmosfere saldığı CO2 gazı ile dünyayı ısıtıyor ve dünyanın kuraklaşmasına neden oluyor. O zaman son yılların en popüler çözümü gündeme geliyor: Nükleer enerji. Çünkü nükleer enerji petrolden de yoğun bir enerji kaynağı, gram ağırlıkta uranyum kullanarak kasaba büyüklüğünde yerleşim yerlerinin enerji ihtiyacını karşılamak mümkün, ama sorun bu nükleer enerji sağlama sisteminin diğer sistemlere oranla çok daha dikkatli kullanımı gerektiriyor olmasıdır. Burada benim nükleer karşıtlığıma geliyoruz.
Önce nüfus artışını, sonra tüketim çılgınlığını kontrol altına alma temeline dayanmayan tüm planlar aslında bizi yoğun enerji kaynaklarını kullanmaya mecbur bırakırlar. Bu sebeple benim “Nükleere Hayır” demekle aslında söylediğim şey “dünya kaynakları hiç bitmeyecekmiş gibi yaşamaya hayır”. Ama eğer bu iki belayı durduramıyorsak ve o zaman tercih nükleer enerji ile kömür+petrol+doğalgaz üçlüsü arasında ise, benim tercihim nükleerden yana.
Burada şunu belirtmeliyim ki nükleer enerji ile şaka olmayacağından bunun çok dikkatli yapılması gerekiyor. Santrali kimin yapacağı, nerede yapacağı ve hangi güvenlik önlemlerini kullanacağı çok önemli. Güvenlikten önce parayı konuşacak olursak, dünyanın en aktif fay hatlarından birine 80km uzağa (Sinop) nükleer santral yapmaya kalkacaksak, kendimiz olaya hiç karışmadan doğalgaz santrali yapma mantığıyla nükleer santral yapacaksak ben de nükleere karşıyım ve çocuklarının geleceğini düşünen herkesin de böylesi sorumsuz davranışlara karşı olması gerekiyor.
26 Nisan akşamı Çernobil felaketinin 25. yılında Galatasaray'da toplanan yaklaşık 300 kişilik topluluk ülkemizde maalesef marjinal kaldı, gelen geçen herkes katılıp desteklemek yerine gülüp yoluna devam etmekle yetindi. Ne zaman insanlar yaptıkları her harekette çocuklarının geleceğini düşünüp ön plana çıkarırsa, o zaman sürdürülebilir bir hayat yaşamaya başlayabiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder