29 Eylül 2025 Pazartesi

Suyumuz Kıt Mı?

Türkiye’de yaz aylarında artan su kesintileri, barajlardaki düşük doluluk oranları ve kuraklık haberleri ister istemez hepimize aynı soruyu sorduruyor: “Acaba suyumuz kıt mı?” Bu sorunun cevabı yalnızca iklim koşullarına değil, aynı zamanda bizim suyu nasıl yönettiğimize de bağlı.

Türkiye, kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı bakımından resmi olarak “su stresi” yaşayan ülkeler arasında. Kişi başına yaklaşık 1.240 m³ su düşüyor; bu da bizi “su zengini” değil, tam tersine dikkatli davranmak zorunda olan bir ülke haline getiriyor. Nüfusumuz arttıkça bu miktarın daha da azalacağı açık. Ancak bu konuyu dikkatli ele almakta fayda var. Ülkemize gökten düşen su miktarı yaklaşık 450 milyar m³. Bunun önemli bir kısmını kullanmamız mümkün değil, bir kısmı da buharlaşıyor. Devlet Su İşleri verilerine kullanabileceğimiz su 112 milyar m³’tür. Bunun 58 milyar m³’ü ise kullanıma sunuluyor. Belki bunu tam böyle ortaya koymak doğru değil ama istesek çok daha fazla suyu kullanılır hale getirebiliriz. Suyumuz kıt değil, yeter ki biz akıllı olalım. 

İklim değişikliği bu tabloyu daha da zorlaştırıyor. Ortalama sıcaklıklar yükseliyor, buharlaşma artıyor, yağışlar hem düzensizleşiyor hem de bölgesel farklılıkları büyütüyor. Karadeniz yağış alırken İç Anadolu ve Güneydoğu giderek kuraklaşıyor. Bu durum hem tarımda hem şehirlerde suya erişimi daha kırılgan hale getiriyor. Dolayısıyla sorunumuz suyun kıt olup olmaması değil, bize gerekli olduğu anda ve yerde bulunabilir olmaması. Bu da bir doğa sorunu değil, her şeyden önce bir yönetim meselesidir .

Dolayısıyla asıl mesele, elimizdeki suyu nasıl kullandığımız. Türkiye’nin birçok şehrinde şebeke kayıp-kaçak oranı yüzde 40’a kadar çıkıyor. Yani barajdan çıkan neredeyse içilebilir her 10 litre suyun 4 litresi musluğa hiç ulaşmadan kayboluyor. Tarımda daha da kötü bir tablo var: Suların %70'i açık kanallarda taşınıyor ve sulamanın büyük bölümü hâlâ “salma sulama” yöntemiyle yapılıyor. Böyle yapılınca da suyun önemli bir kısmı tarlaya varmadan ya da tarlada buharlaşıyor.

Sanayi, turizm ve tarım gibi suya bağımlı sektörler, mevcut kaynaklar üzerinde büyük baskı yaratıyor. Özellikle yaz aylarında hem turizm bölgelerinde hem de tarımsal üretim merkezlerinde su talebi zirveye çıkıyor. Bodrum, Çeşme, Antalya gibi turizm beldelerinde yaşanan içme suyu sıkıntıları, Orta Anadolu'daki obruklar bunun en somut örnekleri.

Çözüm arayışında sık sık gündeme gelen deniz suyunun arıtılması ise yüksek maliyeti ve çevresel etkileri nedeniyle Türkiye için sürdürülebilir bir seçenek değil. Bizim önceliğimiz mevcut kaynaklarımızı verimli kullanmak olmalı. Kayıp-kaçakları azaltmak, modern sulama yöntemlerine geçmek, şehirlerde yağmur suyu hasadı ve gri su kullanımını yaygınlaştırmak çok daha düşük maliyetli ve etkili çözümler sunuyor. Düşünün ki elinizde delinmiş bir boru var ve musluktan gelen suyun yarısı daha hortumun ucuna gelmeden dışarı sızıyor. Önce hortumu mu tamir edersiniz, yoksa musluğa daha fazla su getirecek bir kaynak mı ararsınız? Burada dikkat edilmesi gereken nokta şu: İklim değişikliği nedeniyle eninde sonunda deniz suyundan ya da doğrudan havadan temiz su üretmek zorunda kalabiliriz. O nedenle bu alandaki araştırma çalışmalarını ve yerli üretimi desteklemeliyiz.

Sonuç olarak, Türkiye aslında tamamen “susuz” bir ülke değil. Ancak elimizdeki kaynakları kötü yönetmeye devam edersek kıtlıkla yüzleşmek kaçınılmaz olacak. Yani mesele suyun miktarından çok, onun nasıl kullanıldığıyla ilgili. Kısacası, “Suyumuz kıt mı?” sorusunun cevabı şu: Bugün elimizde su var ama yarını garantilemek için köklü bir su yönetimi dönüşümüne ihtiyacımız var. Eğer kayıpları azaltır, verimliliği artırır ve iklim değişikliğinin getirdiği riskleri hesaba katarak planlama yaparsak, gelecekte Türkiye’nin suyu yetebilir. Aksi halde, kıtlığı kendi ellerimizle yaratacağız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder