1 Şubat 2023 Çarşamba

Kayıp ve Zarar Konusu

Gelişmiş ülkelerin gelişebilmiş olmalarının ardında uzun uzadıya sayabileceğimiz sebepler var. Bu sebeplerden sadece bir tanesini öne çıkartıp diğerlerini göz ardı etmek pek de doğru bir yaklaşım olmaz. Benzer şekilde az gelişmiş ülkelerin durumunu da tek bir sebebe bağlamaya çalışmak çok sağlıklı değildir. Bu uzun sebepler listesinin en üstlerinde bir yerde coğrafi koşulların yer alması ise çoğumuza doğal gelecektir. Belirli bir iklim kuşağında yaşayan ülkelerin ekonomik gelişmişlik seviyesindeki üstünlük kolayca görülebilir. Coğrafya bir kader olabilir ama gelişmiş ülkeler bu kısmeti iyi değerlendirerek bu günlere ulaştılar.

Gelişmiş ülkelerin sadece bu coğrafi avantajı kullanarak bugünkü seviyeye ulaştıklarını düşünmek de çok doğru bir yaklaşım olmaz. Bir yandan yüzyıllar süren sömürü düzeni, diğer yandan da doğanın gözünün yaşına hiç bakmadan ekonomik büyümeye odaklanmak bizleri bugüne taşıdı. Dolayısıyla az gelişmiş ülkelerin tarafından baktığımızda gelişmiş ülkelerin onlara bu iki bağlamda borçları bulunuyor. Onlar geri kalmışlıklarını yüzyıllar boyu sömürülmüşlüklerine, bugün giderek artmakta olan iklim felaketlerini ise gelişmiş ülkelerin seneler boyu doğayı katletmiş olmalarına bağlıyorlar.

COP27 kapalı kapılar ardında yıllarca konuşulan bu konunun ortaya döküldüğü konferans oldu. Aslında oldukça politik bir tanımmış gibi görünen kayıp ve zararların karşılanması konusu sonunda yüzyılların hesaplaşmasına doğru evrildi ve bundan sonraki konferanslar için de Pandora’nın kutusunun kapağı açılmış oldu.

İklim krizi bazı coğrafyaları diğerlerine nazaran çok daha kötü etkiliyor ve bu etki artarak devam edecek. Bu değişimden oldukça kötü biçimde etkilenecek ülkelerin büyük çoğunluğu da az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler. Bu zararları azaltabilmek için iki farklı şekilde desteğe ihtiyaç bulunuyor.

İklim olaylarının büyük kısmı altyapı sorunları nedeniyle bu ülkelerde bir felaket haline dönüşüyor. Yani ulaştırma imkanları, sağlık hizmetleri ve haberleşmenin düzenli çalıştığı gelişmiş ülkelerde az can ve mal kaybıyla geçiştirilebilecek bir kasırga, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde önemli hasara yol açıyor. Bu ülkeleri alıp başka bir coğrafyaya taşımak mümkün olmadığından hasarın azaltılması için yapılması gereken ve en başta gelen şey altyapıyı düzenlemek. Yalnız bu ülkelerin ciddi kaynak sıkıntıları olduğundan, yani kısaca, karınlarını ancak doyurabildiklerinden, kendilerini büyük felaketlere karşı daha dirençli kılacak yapılara yatırım yapma imkanları bulunmuyor. Daha da ötesinde, bu yatırımı yapmak isteseler bile aldıkları krediyi geri ödemeleri oldukça güç olduğundan kaynak bulmaları da mümkün olmuyor. Böylece daha az kaynak daha kötü altyapı, daha kötü altyapı daha kötü ekonomi ve daha kötü ekonomi daha az kaynak sarmalından çıkmaları mümkün olmuyor. Elbette “bu ülkelerdeki politikacıların da problemde hiç mi sorumlulukları yok” türü argümanları da kısmen değerlendirmek mümkün ama en iyi politik şartlar altında bile bazı ülkelerde durumun düzelebilmesi kolay görünmüyor ve kötüleşen şartlar da politik düzenin kurulabilmesini daha da zorlaştırıyor.

İşte bu durum COP27 sırasında çok sayıda ülkenin “bizim size borcumuz yok, sizin bize borcunuz var, yüzyıllar boyu bizi sömürerek maddi imkanlara kavuştunuz, şimdi bu borcunuzu ödeme vaktidir” söylemi ardında birleşmesine neden oldu. Yani, az gelişmiş ülkeler, artık borç değil hibe istiyorlar. Bu hibeyi de yüzyıllarca birikmiş alacakları olarak görüyorlar.

Yalnız bunun ötesinde, bir kasırga ABD’yi vurduğunda bir tarafta sigorta ve reasürans şirketleri, diğer yanda da devlet araya girerek hızlıca yaraları sarıp zararları gideriyor. Az gelişmiş ülkelerin ise bu imkanları bulunmuyor. Dolayısıyla COP27 sırasında konuşulan resmi konu, zengin ülkelerin oluşturulacak kayıp ve zarar fonuna düzenli bir şekilde para yatırmaları ve az gelişmiş ülkelerdeki iklim zararlarını bu fondan karşılamaları şekline büründü. Ancak toplantının hemen başında ABD yetkilisi John Kerry “zararları karşılayacak bir para miktarı hiçbir hükümette bulunmuyor” diyerek asıl problemin büyüklüğünü ortaya koydu. Dolayısıyla COP27’de konuşulan konuların belki de en ilerici olanı Dünya Bankası ve IMF’nin yeni bir ekonomik sistem çevresinde yapılandırılması gereğiydi. Bugünkü ekonomik sistem içerisinde ve büyüme inadıyla ilerlediğimiz müddetçe bu hasarlar gittikçe artacak ve bir noktada gelişmiş ülkelerin ekonomilerini bile zorlamaya başlayacak. Bu nedenle de eğer iklim krizini hızla durduramıyorsak başımıza gelecek belalardan nasıl en az zararla kurtulabileceğimizi ve oluşan zararı da nasıl karşılayabileceğimizi düşünmeye başlamamız gerekiyor.

Tüm bu konuşmaların ardından önemli bir adım atılacak mı? Hayır. Parayı ellerinde tutanlar bu parayı vermek niyetinde değiller. Ancak fark etmedikleri iki önemli nokta var. Bunun ilki tamamen ekonomi ile ilgili, gelişmiş ülkeler gelişmişliklerini gelişmemiş ülkeleri sömürmelerine ve hatta başka bir biçimde sömürmeye devam etmelerine borçlular. Az gelişmiş ülkelerin sömürülme yetileri kalmayacak olursa gelişmiş ülkelerin de pozisyonlarını korumaları oldukça güç olacaktır. Ama bunun ötesinde yeryüzünün çeşitli bölgelerinde artık sayıları milyarları bulan umudunu kaybetmiş insan grupları oluşuyor. Umudunu kaybetmiş bu insan grupları çok önemli bir güvenlik zafiyeti oluşturur. Bunun etkilerini en kısa zamanda görmeye başlayacağız ve o etkiler ortaya döküldüğünde harekete geçmek için de çok geç olacak.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder