2009 yılının Aralık ayında Kopenhag’da düzenlenen iklim görüşmelerinde hepimizin umudu Kyoto Protokolü’nün devamı olacak bir iklim anlaşmasının imzalanmasıydı. Ne yazık ki bu anlaşmanın iki tarafındaki ülkeler fikir birliğine varamadıklarından bir anlaşmaya varılamadı. Belki de anlaşmanın iki tarafı demek çok doğru değil. Anlaşmanın çok tarafı var ama iki önemli görüş ağır basıyor. Kabaca bunu herkes elini imkanlarıyla orantılı biçimde taşın altına koysun diyenler ve önce tarihsel sorumluluğu olan ülkeler elini taşın altına koysun diyenler şeklinde özetleyebiliriz. Bu iki görüşü savunanlar anlaşamadığı için Kopenhag’dan bir anlaşma çıkmadı. Ama iki önemli karar çıktı. Bunların ilki atmosferin 2 dereceden fazla ısınmasının hepimiz açısından bir tehdit oluşturduğunun devletler tarafından kabul edilmesiydi. İkinci olarak da gelişmekte olan ülkelere iklim değişikliğine uyum ve azaltım yolunda fon yaratılması için bir maddi kaynak oluşturulmasının yolu açıldı.
Yeşil İklim Fonu’nun hedefi 2020’den itibaren fonda her sene 100 milyar dolar toplanmasıydı. Bu miktara bir anda ulaşmak mümkün olmadığı için de resmen kurulduğu 2010 yılından itibaren artan katkılarla 2020 yılında senelik 100 milyara ulaşılması bekleniyordu. Bu seneye kadar toplanan değil, ödeneceğine söz verilen miktar sadece 8.24 milyar dolar. Dikkat edelim, fonda toplanan değil, ödeneceğine resmen söz verilen miktar bu kadar! Mesela ABD, Başkan Obama döneminde 3 milyar dolar katkı yapmaya söz verdi (resmi olarak) ama bu miktarın sadece 1 milyar dolarlık kısmı fona devredildi ve Başkan Trump başa geçtikten sonra fona para vermemenin ötesinde bir de fonu ağır biçimde eleştirdi.
Önümüzdeki resim bu. Her sene içinde 100 milyar dolar biriktirilmesi gereken bir fon var ve bu fonda 10 senede sadece 8.24 milyar dolar birikmiş durumda.
Gelelim ülkemize, 5 senedir Paris Anlaşmasını meclisten geçirmemek için direniyoruz. Bunun sebebi de eğer Paris Anlaşmasını resmen uygulamaya sokacak olursak her sene birikecek olan 100 milyar dolardan faydalanamayabilecek olmamız. Faydalanamayacağımız da daha tam kesin değil ama orayı bu noktada tartışmaya gerek yok. Faydalanamayacağımızı varsaymamız yeterli olur. Ancak hatalı olduğumuz birinci nokta, fonda para yok.
İkinci nokta biraz daha karışık ve politik. Çok büyük ihtimalle bu fonda hiçbir zaman yeterli para olmayacak. Bunun da basit bir nedeni var. Gelişmiş ülkeler bu tür fonlara destek olmak istemiyorlar çünkü böyle açık uçlu fonlara konulan paralar geçmişte çok yanlış amaçlarla kullanılarak hedefine ulaşmamış. Bu yönden gelişmiş ülkeler aynı oranda kredi veya hibeyi doğrudan anlaşmalarla ülkelere sağlamayı daha uygun buluyorlar. Böylece sağlanan paranın doğru harcandığının kontrol edilmesi de kolaylaşıyor. Ülkemiz iklim değişikliğinin azaltılması ve uyum için bu şekilde dünyadan en fazla fon alan ülkelerin başında geliyor. Yani biz uyum ve azaltım için doğru projeler yaptığımız müddetçe bunlara fon bulmamız zor değil.
Üçüncü nokta daha da politik. Devletler bu kredi ve hibeleri verdikleri ülkelerle daha sıkı ilişkilere giriyorlar. Kısaca mantık, bu ülkeye bunca parayı yatırıyorsam benim bu işten kazancım olmalı şeklinde özetlenebilir. Bu mantığın da ne kısa ne de uzun vadede değişeceğini beklemeliyiz. Özellikle Çin bu şekilde fon sağlayan ülkeler arasında yükselmeye devam ediyor. Bunun arkasındaki neden de zaman içerisinde kendi etki alanını güçlendirebilmek.
Dördüncü hatalı olduğumuz nokta özellikle Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimizde ortaya çıkmaya başlayacak. Avrupa Birliği iklim değişikliği için vereceği fonların sadece Paris Anlaşmasına uyan ülkelere verileceği söylemini artırmaya başladı. Yani biz Paris Anlaşmasını meclisten geçirmeyecek olursak şu anda rahatlıkla ulaşmakta olduğumuz fonlara bile ulaşamaz hale geleceğiz.
Beşinci noktamız biraz ufak ama dikkatli olmakta fayda var. 1992 BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesini kabul ederek biz sera gazı salımlarımızı 1990 seviyesinin altına düşüreceğimizi resmen kabul etmiş olduk. Paris Anlaşması için verdiğimiz Niyet Beyanı ise 2030 yılına kadar sera gazı salımlarımızı 1990 seviyesinin 6 kat üzerine çıkartacağımızı (ve eğer Yeşil İklim Fonu’ndan destek alırsak %21’e kadar azaltabileceğimizi) söylüyor. Paris Anlaşmasını imzalayacak olursak aslında tüm dünyaya sera gazı salımlarımızı 1990 seviyesinin altına düşürmek yerine 6 kat artırma isteğimizi kabul ettirmiş olacağız. Ama biz anlaşmayı kabul etmediğimiz müddetçe daha önce kabul etmiş olduğumuz Çerçeve Sözleşmesi yürürlüğünü koruyor.
Bu 100 milyar dolarlık Yeşil İklim Fonuna nasıl ulaşabiliriz? Bunun için iki şeyin aynı anda gerçekleşmesi gerekiyor. Öncelikle fonda para olması lazım, ki neden olmayacağını yukarıda açıklamaya çalıştım. İkincisi de BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine taraf olan istisnasız tüm ülkelerin bizim gelişmiş ülke olmadığımızı ve bu fondan para alabileceğimizi kabul etmesi gerekiyor. Siz aramızın her zaman limoni olduğu bazı komşu ülkelerin yanı sıra bu kısıtlı fondan kaynak almak isteyen çok az gelişmiş ülkelerin buna hemen “evet” diyeceklerini düşünüyor musunuz?
Bu nedenle artık 100 milyar dolarlık Yeşil İklim Fonu hayalini bir kenara bırakarak düzgünce işimize bakmaya başlamamız gerekiyor. Biz düzgün projeler ürettikçe bu projeleri fonlayan kaynaklar bulmamız zor değil. Ancak Paris Anlaşmasını meclisten geçirmemekte direnmemiz bu fonların gelmesini de zorlaştıracak artık. Özellikle Avrupa Yeşil Mutabakatı beklediğimiz 100 milyar dolarlık pastaya uzanmamızı imkansız hale getirirken alabildiğimiz fonların da kesilmesine neden olacak. Bunun için bir deyimimiz var bilirsiniz, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder