Son dönemde azalan yağışlar ve özellikle İstanbul’u besleyen barajlardaki doluluk oranlarındaki düşüşlerle birlikte kuraklık tekrar gündemimize girmeye başladı. Aslında kuraklık kavramı yaşadığımız coğrafyada aklımızdan hiç çıkmaması gereken bir konu, çünkü ülkemiz yeterince yağış almıyor. Üstüne üstlük bir de hızla artan bir nüfusumuz var.
Eğitim hayatımız boyunca iki kavramı bolca duyduk: Suyu bol bir ülkeyiz ve tarımda kendisine yetebilen az sayıda ülkeden biriyiz. Bu kavramların eğitim sistemimize sokulduğu zamanlar düşünüldüğünde bu iki kavram da çok yanlış değil. Gökten düşen yağış miktarı dönemsel olarak farklılık gösterse de son yüz yıl içerisinde bir sorunu yoktan var edecek kadar değişmedi. Ancak cumhuriyetin ilk yıllarında 15 milyon olan nüfusumuz bugün 80 milyonu aşmış durumda. Bunun bize getirdiği önemli fark ise kişi başına düşen su miktarının neredeyse altıda birine düşmüş olması. Yani bundan yüz yıl önce suyumuz boldu, bugün ise su stresi yaşıyoruz. Bunun nedeni de suyun azalması değil bizim çoğalmış olmamız.
Bir diğer olgu da bizim oldukça dışımızda gelişen ve devletimizin tam da doğru tepkiyi veremediği küreselleşme olgusudur. Biz dünyanın başka bölgelerinin ihtiyaç duyduğu nesneleri burada daha kolay ve ucuza üretiriz, dünyanın geri kalanı da bizim ihtiyaç duyduğumuz nesneleri daha kolay ve ucuza üretir, sonra bu nesneleri birbirimize satarız. Aslında fikir olarak çok kötü gözükmese de konu gıda olduğunda küreselleşme ciddi sorunlara yol açabiliyor. Dünyanın muhtaç olduğu ve bizden başka kimsenin sahip olmadığı bir kaynağa sahipsek kendi şartlarımızı öne sürerek gıda güvenliğini sağlayabiliriz, ama ne yazık ki şu anda o durumda değiliz. Küreselleşme de kendimizi besleyebilme becerimizi elimizden almış durumda. Bundan dolayı ülke politikasında atmamız gereken en önemli adım kendi toprağımızda kendimizi besleyebilecek ürünleri yetiştirebilmeyi sağlamaktır.
Dünyada her sene kaynaklardan 3500 km3 su çekiliyor ve bu suyun sadece üçte biri verimli şekilde kullanılıyor. Kaynaklardan çekilen suyun neredeyse üçte ikisinden tarımda faydalanılıyor. Burada kolayca görebileceğimiz sorun, biz diş fırçalarken musluğu kapatsak da tarımda vahşi sulama yaptığımız müddetçe su stresimizin artacak olmasıdır.
Ayrıca ülkemizde tarımda kullanılan su miktarı da tarımsal üretim için gerekli olan mevsimlerde yeterli yağış alınıp alınmadığına bağlıdır. Çoğu bölgede üretilmesi planlanan ürünler sulama gerektirmektedir ve bu sulama miktarının azalan yağışlar sebebiyle artması doğaldır. Ülkemiz genelinde baktığımızda ise gerek yağış ile beslenen gerekse de sulama gerektiren tarımda kuraklık önemli risk faktörü olarak karşımıza çıkmaktadır.
Özellikle yağış ile beslenen tarımda ülkemizin neredeyse tamamı bir kuraklık riski altında bulunmaktadır. Bu risk tahmin edebileceğimiz üzere Orta Anadolu’da yoğunlaşmakta ancak Trakya, Güneydoğu Anadolu ve Doğu Karadeniz bölgeleri de orta-yüksek kuraklık riski kategorisinde değerlendiriliyor. Bu riskler üzerimize duraklamadan gelmekte olan iklim krizi ile birlikte çok daha fazla artacaktır. İklim değişikliği düşen toplam yağış miktarını değiştirmese de yağış rejimini etkileyerek kurak dönemlerin uzayarak şiddetlenmesine ve bu dönemler sonundaki yoğun yağışların da artmasına neden olacaktır. Yoğun yağışların artması ise suyun toprağın altına inip bitkilerin köklerini beslemek yerine akışa geçerek zarar kaynağı olmasına neden olacaktır.
Sulamalı tarım yapılan bölgelerdeki kuraklık beklentisi de benzer bir dağılım göstermektedir. Burada sulamalı tarımda ülkemizin büyük kısımlarında yer altı suyu kullanıldığını ve yer altı suyunun sürdürülebilir bir kaynak olmadığını eklemek gerekiyor. Eğer sulamayı nehirlerden aldığımız suyla yapmıyorsak kısa vadede suyumuzun tükeneceğini unutmamamız gerekiyor. Bugün, özellikle Orta Anadolu’da kuyulardan çekilen suyla yapılan tarım sürdürülebilir değildir ve en kısa zamanda bölgenin geleceği için alternatif ürün desenlerine geçilmesi gerekmektedir.
Kuraklık sinsi bir sorundur. En fazla yağış aldığını düşündüğümüz bölgelerde bile değişen yağış rejimi tarımsal üretimi ciddi biçimde etkileme yetisi taşır. Mesela Doğu Karadeniz dediğimizde aklımıza asla kuraklık gelmese de bugün için çay üretiminde ciddi bir kuraklık riski bulunmaktadır. Doğu Karadeniz’deki 210 bin ton çay üretiminin %98.5’luk kısmı ülkenin diğer bölgelerinde olduğu gibi orta-yüksek kuraklık riski altındadır. Ancak Gürcistan sınırına yakın ve çok kısıtlı bir bölgede bu risk orta seviyeye düşmektedir. Bu nedenle su konusunda artık rahatça yerimizde oturabilmemiz mümkün değildir. Su çok kıymetli bir kaynaktır ve besin üretiminin temelini oluşturmaktadır. Sürdürülebilir bir gelecekte önemli açlık sorunları ile karşılaşmak istemiyorsak suyumuza sahip çıkmak zorundayız.
Not: Bu yazıdaki verilerin tamamı World Resources Institute (WRI) tarafından sağlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder