Kişinin alıştığı yerleri, dostlarını ve işini bırakıp göçmesi kolay değildir. Hele bir de bir daha geri dönemeyebileceğini bilerek gitmesi daha da zordur. Bu zorluğa göğüs gerebilmek için olduğu yerden tüm umudunu kesmesi gerekir. Oysa hepimiz içimizde yarının daha güzel olacağına dair bir umutla yaşamaya çalışıyoruz. Peki bu umudu nasıl kaybederiz?
İklim değişikliği açısından bakıldığında konunun iki boyutu karşımıza çıkıyor. Kısa dönemde doğal afetlerden dolayı yaşam risklerinin artması ve uzun dönemde artık orada yaşama imkanının kalmaması. İklim değişikliğinin bugüne kadar karşımıza çıkarttığı göçler genellikle ilk türdeki olaylardan kaynaklanıyor.
Yaşam risklerinin artması çoğu ortamda ne yazık ki sadece iklimin etkisi ile oluşmuyor. Nature dergisinde yayına yeni kabul edilen bir makalede Stanford Üniversitesi’nden Katharine Mach ve değişik ülkelerden bilim insanları iklim değişikliğinin özellikle silahlı çatışma riski üzerine etkilerini inceledikten sonra değişen koşulların silahlı çatışma ve bununla birlikte göç riskini artırdığı sonucuna varıyorlar. Ancak iklim değişikliği buradaki tek sorumlu değil. Hatta ülkelerin düşük sosyo-ekonomik gelişmişlik durumları ve vatandaşlara sundukları hizmet seviyesinin yetersizliği iklim değişikliğinden daha önemli bir unsur olarak ortaya çıkıyor. Ülkeler kısa vadede iklim değişikliğinin yarattığı sorunlara çözüm oluşturabilecek uyum kapasitesine sahip olduklarında vatandaşların da alıştıkları ortamı bırakarak göç etmeleri ilk akla gelen çözüm değildir. Ancak devletlerin bu konudaki sınırlı kapasiteleri zayıf devlet yapısı ile birleştiğinde kişilerin geleceğe olan inançları da doğal olarak azalıyor.
Doktora öğrencim Nazan An’la birlikte insanları göç etmeye zorlayan çevresel etkenler üzerine bir çalışma tamamladık. Bu çalışmada değişik coğrafi özelliklere sahip gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri inceleyerek bunların hangi durumlarda net dış göç verdiklerini anlamaya çalıştık. Bir iklim felaketi veya doğal afet ilk kez görüldüğünde insanların “belki bir daha olmaz” diyerek yerlerinden ayrılmamayı tercih ettiklerini gördük. Ama aynı sorun tekrarlandığında ümitlerini kaybederek göç etmeye başlıyorlar. Bugün özellikle Afrika ülkelerinden gelen binlerce mültecinin Avrupa’ya ulaşma hayaliyle Akdeniz’i geçme çabalarına şahit oluyoruz. Avrupa bu mültecilere kapılarını büyük oranda kapadığı için onlarla yaşamaya uyum sağlama ve bunun da ötesinde onları besleme gibi bir sorumluluğu üzerine almıyor. Ama biz gelen tüm Suriyeli mültecilere kapımızı açtığımızdan ciddi bir problemle karşı karşıyayız. Bu aklınıza gelebilecek uyum problemlerinin en önemlilerinden biridir. Yalnız bu problemin Suriye’deki yönetimden dolayı oluştuğunu ve bir daha oluşmayacağını düşünmek son derece hatalı olur. İklim değişikliğinin bölgemizdeki en önemli etkisi kuraklıkların artmasıdır. Bundan dolayı da her geçen sene daha fazla mülteciyi kapımızda bulacağız. Bu mülteciler konusunda nasıl davranacağımızı şimdiden planlamamız gerekiyor. Biz kendi ülkemizde şeker pancarı mı eksek buğday mı sorunu ile uğraşırken karşımızda bulabileceğimiz milyonlarca mülteci ülke problemlerimizin boyutunu bir anda değiştirebilir.
Benzer şekilde özellikle Sahra Çölü’nün güney kesimlerinde artan kuraklık sorununa devletlerin zayıflaması da eklendiğinde bölge zor yaşanır bir hale gelmiştir. Özellikle Çad Gölü’nün çevresinden Sudan’ın güneyine uzanan bölgedeki istikrarsızlık bu bölgedeki insanların kuzeye doğru hareketlenmesine yol açmıştır. Şimdilik bu hareket özellikle İtalya’nın bu konuda aldığı sert önlemlerle yavaşlamış gibi görünmektedir. Bildiğiniz gibi İtalya denizde boğulmak üzere olan mültecileri kurtaran denizcilere ceza yağdırmaya başladı. Bu durum Akdeniz’de artan bir insani krize yol açacak olsa da Avrupa Birliği kontrol altında tutamadığı bir mülteci akınını kesinlikle durdurma yolunu seçmiş görünüyor.
Yalnız iklim değişikliği beraberinde uzun soluklu göçleri de getirecek ve bu olayları daha görmeye başlamadık. Afrika’dan Avrupa’ya veya Latin Amerika’dan ABD’ye olan insan hareketliliği hayatın yaşanamaz olmasından çok daha iyi bir yaşama kavuşma arzusuna dayanıyor. Ancak iklim değişikliği uzun vadede karşımıza çok daha varoluşsal bir göç problemi çıkartacak.
İçinde yaşadığımız yüzyılın ortasından sonra Afrika nüfusunun Asya’yı yakalaması bekleniyor. Afrika’nın bu nüfus yoğunluğunu karşılayacak kaynaklara bugün bile sahip olmadığını biliyoruz. İklim değişikliği ile birlikte insanların kendilerini doyurmaları neredeyse imkansız olacak. Eğer Avrupa şu andaki politikasına devam edecek olursa ki devam etmemesi için bir sebep yok, bu insanlar ya açlıktan ölecekler ya da kuzeye doğru büyük gruplar halinde yola çıkacaklar. Bu grupların hedefi olabildiğince kuzeye gitmek olduğundan ülkemizin konumu büyük önem taşıyor olacak. Bu sefer sözünü ettiğimiz insan sayısı Suriye’den gelmiş olan 4 milyonun yüz katını aşabilir. Bu kadar insanı ülkemizde misafir etme gibi bir ihtimal söz konusu değildir. Avrupa’ya gitmeleri de söz konusu olmadığından iklim değişikliği ile birlikte bir süreliğine geniş tarım alanlarına sahip olması beklenen Rusya bu insanların doğal hedefi haline gelecektir. Rusya’nın Asya’daki topraklarındaki nüfus yoğunluğu son derece düşüktür. Ayrıca Rusya’nın nüfusu da Afrika’da olduğu gibi artmamaktadır. Bu hem Afrika’dan gelenler hem de Rusya için çok faydalı bir durum yaratabilir. Yalnız eminim bunun planlamasını Ruslar yapıyordur. Yoksa zaman içerisinde artan mülteci sayısı bizim sınırlarımıza dayandığında çok büyük bir sorunla karşılaşacağımız kesindir.
Ülkemiz şu anda dünyada en fazla mülteci barındıran ülke durumundadır. İhtiyacı olan insanlara sırt çevirmemiş olmak, eğer doğru kullanılacak olursa, çok önemli politik bir koz haline gelebilir. Gelecekte bu mülteci sayısının çok daha artacağını düşünecek olursak ülkemiz hiç istemese de dünyada bu alandaki kilit ülkelerden biri haline gelebilir.
Bu ay içerisinde dünyanın üç büyük buz kütlesinin de beklenenden çok daha hızlı erimekte olduğu haberini aldık. Eğer Grönland, Antarktika ve Himalaya buzulları bu hızda eriyecek olurlarsa 2050 yılını bulmadan deniz seviyesindeki yükselme bir metreye ulaşabilir. Bu yükselmenin ülkemiz için büyük sorunlar yaratacağı tartışılmaz. Ancak Bangladeş gibi nüfusunun büyük kısmı deniz seviyesinden birkaç metre yukarıda yaşayan bir ülke için bu hem besin kaynaklarının kaybı hem de 200 milyona yakın insanın çok küçük bir toprak parçasına sıkışması anlamına gelecektir. Bugün birkaç yüz bin mülteciye yardım etmekte zorlanan gelişmiş ülkelerin böylesi bir insani kriz karşısında çaresiz kalacakları açıktır. Bu tür krizleri önlemenin tek yolu iklim değişikliğini çok geç olmadan durdurmaktır. Myanmar ile Hindistan arasında sıkışıp kalmış ve açlıktan ölebilecek 200 milyon kişinin göç edebileceği bir imkan yaratmak o problem ortaya çıktığında kolayca başımızı çevirebileceğimiz bir problem olmayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder