Bu yıl Türkiye’nin Limit Aşım Günü 18 Haziran olarak belirlendi. Geçtiğimiz yıla göre dört gün daha erken bir tarihe denk gelen bu gün, doğanın bir yıl boyunca sunduğu kaynakların ülkemizde altı aydan kısa bir sürede tüketildiğini gösteriyor. Dünya genelindeki Limit Aşım Günü de 24 Temmuz’a çekildi. Bu veriler, insanlığın doğayla olan ilişkisinde nasıl bir dengesizlik yaşandığını ve özellikle Türkiye'nin kendi sınırlarını ne kadar zorladığını ortaya koyuyor. Her yıl biraz daha erkene gelen bu tarih, doğanın kendini yenileme kapasitesinin insan faaliyetleri karşısında giderek daha yetersiz kaldığını gösteriyor.
Limit Aşım Günü, doğanın bize bir yıl boyunca sunabileceği kaynakların, o yıl içinde hangi tarihte tükenmiş sayıldığını gösteren bir göstergedir. Bu tarihten sonraki her gün, gelecek nesillere karşı ekolojik borçla yaşadığımız anlamına gelir. Türkiye için bu yıl bu tarih 18 Haziran’dı. Yani 1 Ocak’tan 18 Haziran’a kadar doğanın sunduğu yıllık kaynakları tükettik ve yılın geri kalanında aslında olmayan kaynakları kullanmaya başladık. Bu, sadece çevresel değil, aynı zamanda ekonomik ve toplumsal sorunların da habercisidir.
Türkiye’nin Limit Aşım Günü’nün bu kadar erken olması, ülkemizdeki tarım, su, orman ve enerji politikalarının sürdürülebilirlikten ne kadar uzak olduğunu gösteriyor. Topraklarımız, yoğun kimyasal kullanımı ve yanlış tarım uygulamaları nedeniyle verim kaybediyor. Ormanlık alanlarımız hızla yok ediliyor, çoğu zaman madencilik veya enerji projeleri için geri dönülmez şekilde tahrip ediliyor. Su kaynaklarımız hem miktar hem de kalite açısından ciddi tehdit altında; plansız kullanım, buharlaşma, kirlenme ve iklim değişikliği nedeniyle su stresi yaşayan bir ülke konumuna gelmiş durumdayız. Enerji üretiminde ise hâlâ fosil yakıtlara yüksek oranda bağımlıyız ve ulaşım sistemimiz bireysel araç kullanımına dayalı. Bütün bunlar, ülkemizin biyolojik kapasitesini aşırı biçimde tükettiğini gösteriyor.
Çoğu zaman bu konular gündeme geldiğinde, "Gelişmiş ülkeler bizden daha fazla tüketiyor" gibi savunmalarla karşılaşıyoruz. Ancak Limit Aşım Günü, ülkelerin kendi biyolojik kapasitesine göre kaynak tüketimlerini ölçen bir gösterge olduğu için bu tür karşılaştırmalar yanıltıcıdır. Türkiye, kendi doğasının sunduğu kapasiteyi yılın yarısı bile dolmadan tüketmişse, bu alarm zillerinin çalması için yeterli bir sebeptir. Dahası, gelişmiş ülkeler son yıllarda ciddi adımlar atmaya başladı: sıfır karbon hedefleri, yeşil mutabakat, döngüsel ekonomi politikaları ve doğa temelli çözümlerle kaynak kullanımını azaltma çabası içindeler. Türkiye ise bu yarışta geri kalıyor. Şayet bu hızla devam edersek sadece doğamızı değil, aynı zamanda gelecekteki ekonomik rekabet gücümüzü de kaybetmemiz kaçınılmaz olur.
Bu noktada yapılması gerekenler açık: Tarımda toprağı koruyan ve biyolojik çeşitliliği destekleyen uygulamaların yaygınlaşması gerekiyor. Kentlerde doğa dostu ulaşım, enerji ve su sistemlerinin kurulması gerekir. Tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirerek daha azla yetinmeyi öğrenmemiz şart. Aynı zamanda ekonomik büyümenin değil, sürdürülebilirliğin esas alındığı bir kalkınma anlayışının benimsenmesi gerekiyor.
Limit Aşım Günü, yalnızca takvimde bir tarih değil, aynı zamanda bir uyarıdır. Doğaya borçlu yaşamanın bir sınırı var. Ve her seferinde bu sınırı aştgerekiyo sadece kendimizi değil, bizden sonraki nesilleri de zora sokuyoruz. Türkiye olarak kendimize sormamız gereken soru artık çok net: “Gelecek kuşaklara yaşanabilir bir ülke, yaşanabilir bir dünya bırakabilecek miyiz?” Bu sorunun cevabı, bugünden itibaren atacağımız adımlara bağlı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder