8 Mayıs 2022 Pazar

Döngüsellik


Döngüsel ekonomi dediğimizde çoğumuzun kafası “ekonomi” kelimesinden dolayı kavramın para ile ilgili olduğuna kayıyor. Döngüsel üretim desek, konu sadece üretim değil, tüketim ve kullanımı da fazlasıyla içeriyor. Döngüsel tüketim de üretimi kapsamıyor. Sonuçta aynı sürdürülebilirlikte olduğu gibi konuyu her yönüyle kavrayan bir kelime bulmak zor, o nedenle genel anlamıyla anlatacağım konuya “Döngüsellik” demek daha doğru olur sanırım.

Aslında bu bizim yabancı olduğumuz bir kavram değil. Çoğu artık aramızdan ayrılmış olan iki nesil önceye soracak olsak, bize bugün neler yapmamız gerektiğini gayet güzel anlatabilirler. Döngüsellik bizim bundan 50 - 70 sene önceki yaşam biçimimizin temelidir. İki savaş arası dönemde ve hemen sonrasında kaynaklar kısıtlı olduğundan insanlar bu kısıtlı kaynaklarla yaşamı sürdürebilmenin akıllıca bir yolunu bulmuşlardı. Bu akıllı yol, kaynaklar nispi olarak bollaşınca unutuldu. Hatta daha da kötüsü toplum içerisinde reklam endüstrisinin de desteğiyle “küçümsenmeye” başladı. Daha başlangıçta akil insanlar bizi uyarmaya çalıştılar ama biz dinlemedik. Hala da dinlememeye devam ediyoruz.

1972 yılında Roma Kulübü adındaki bir düşünce kuruluşu, konusunda uzman bilim insanlarından gelişme ve kaynaklar konusunda bir rapor hazırlamasını istedi. Ortaya çıkan rapor Büyümenin Sınırları (Limits to Growth) bundan elli sene önce bugün yaşamakta olduğumuz problemi tüm açıklığıyla ortaya koydu. Bu rapor üç ana düşünceye dayanıyordu:

  • Dünya dışında bir kaynağımız olmadığına göre kaynaklarımız kısıtlıdır.
  • İnsan nüfusu bu kısıtlı kaynakları umursamadan hızla artıyor.
  • Ekonomik gelişme ile birlikte bireyin kullandığı kaynak miktarı da artıyor.

Görüldüğü gibi, bu rapor büyümenin yaratacağı sosyal ve ekonomik problemlere değil, tamamen kaynaklar üzerine yoğunlaşmıştı. Sonuçlarından bir tanesi oldukça önemli: Eğer böyle devam edecek olursak 2070 yılına kadar dünyanın ekonomik sistemini ciddi bir çöküş bekliyor, çünkü o noktada geri kazanılamayacak pek çok kaynağın sonuna erişmiş olacağız.

Bu 50 sene önce verilmiş bir uyarıydı ve bugünden 50 sene sonra artık şimdiki gibi yaşamaya devam edemeyeceğimizi söylüyordu. Verilen 100 senelik sürenin yarısı problemi düzeltmekle değil daha onu kötüye sürüklemekle geçti. İkinci yarıda ise neler yapmamız gerektiğini ancak düşünmeye başladık. Yalnız biliyoruz ki bugün önemli kararlar alsak bile bu kararların uygulanmaya başlanıp sonuçlarının görülmesi oldukça uzun sürecek. Dolayısıyla, bugün orta yaş civarında olanlar açısından çok fazla sorun yok ama çocuklarımızı çok sıkıntılı bir gelecek bekliyor, hem çevresel ve sosyal sorunlar hem de kaynak kısıtları nedeniyle.

İşte bu sebeplerden dolayı sürdürülebilirlik ile döngüsellik el ele giden iki kavram. Yeryüzündeki varlığımızı sürdürebilmemiz gezegenimizin kaynaklarını dikkatli kullanmamıza bağlı. Elbette bilim kurgu türü düşüncelerle asteroid kuşağına gidip oradan çeşitli metalleri Dünya’ya taşımayı, ya da Jüpiter’in atmosferinden hidrojen alıp Dünya’da yakıt olarak kullanmayı düşünebiliriz ama ne yazık ki bunları önümüzdeki 50 sene içerisinde kolaylıkla işler hale getirebilmemiz pek de mümkün görünmüyor. O nedenle yeryüzünün bize sağladığı imkanlarla idare etmemiz gerekiyor. Bunu yapabilmek için de üretime ve tüketime bakış açımızı değiştirmemiz zorunludur.

Öncelikle, son 50 senede fazlasıyla şımardık. Markete gittiğimizde hepsi birbirine benzeyen domateslerden alıp evimize geliyoruz, buzdolabında bir hafta kaldığında bu domatesler çürümeye başlıyor ve bir kısmını yemeden çöpe atıyoruz. “Ben yapmam öyle şey” diyenleriniz mutlaka vardır ama ülkemizde üretilen gıda ürünlerinin yarısının yenmeden çöpe gittiği bir gerçek. Eskiden evlerde buzdolabı yokken bile bu kadar çok gıda çöpe gitmiyordu. Bu problemin iki temeli var. İlki domateslerin üretimi ile ilgili. Artık yakınlarda bir yerde yamru yumru ama dayanıklı domatesler üretmiyoruz. Bunun yanında eskisi gibi her gün ya da gün aşırı manava da gidilmiyor. Bu iki unsuru birleştirdiğimizde gittikçe daha fazla gıdanın gittikçe fazla kilometre yol kat ettiğini ve daha fazla kasalarda beklediğini görüyoruz. Bunlar gıdanın önemli kısmının tabağa ulaşmadan çöpe gitmesine yol açıyor.

Üzerine, bir de bozulan gıdayı çöpe döküyoruz ve çöp gene kilometrelerce taşınarak uzaklarda bir yere gidip depolanıyor ve eğer şanslıysak bir kısmı yakılarak enerjiye dönüşebiliyor. Ama topraktan aldığımızın önemli kısmını toprağa geri döndürecek bir sistemimiz yok. Her sene daha fazla enerji harcayıp, daha fazla gübre üretiyoruz ve toprağın bu gübreyle daha fazla ürün vermesini bekliyoruz. Oysa toprak artık yorgun ve esas ihtiyacı gübre değil dinlenmek ve bizim o çöplüklerde biriktirdiğimiz gıda atığının olabildiğince büyük kısmının toprağa geri gelmesi, yani kompost. Bizim sindirim atıklarımız da geçmişte olduğu gibi toprağa geri dönecek olsa çok faydalı olurdu ama öylesine fazla kimyasal madde ve ilaç tüketilen bir ortamda bunun toprağa yarardan çok zarar getirmesi olasıdır.

Modern yaşamın bir parçası olarak daha fazla hayvansal gıda tüketmeye başladık. Gene “etin kilosu kaç para, senin haberin var mı?” diyenleriniz mutlaka vardır, ama yeryüzünde üretilen ve tüketilen hayvansal gıdaya baktığımızda kişi başına düşen miktarda ciddi artış olduğunu görebiliyoruz. Hayvansal gıda üretimi kendi başına bir sorun yaratmıyor ancak başta konuştuğumuz gibi, sayımız çok artmış durumda. Hepimiz aynı biçimde hayvansal gıda ile beslenmek isteyecek olursak buna yeryüzünün kaynakları yetemiyor. Zengin ülkelerin fazlasıyla protein zengini bir menü seçmeleri de problemi daha da kötüleştiriyor çünkü bu ek proteinin önemli bir kısmı kendi ülkelerinden çok daha uzaklarda yetişip bir türlü toprağa geri dönemiyor.

Her gün yarısı çöpe atılacak gıdayı üretmek için de yeryüzünün kaynaklarının önemli bir kısmını tüketiyoruz. Tarımda bolca kullanılan petrol ise yakıldığında karbondioksit gazı olarak atmosfere salınıp sera etkisini artırıyor. Bu sarmaldan çıkmak zorundayız ve bunu sadece azımız hayatlarında değişiklik yaparak sağlayamayız. Çözümler var ve mümkün, yeter ki biz hayat tarzımızda değişiklik yapmayı kabul edelim. Daha fazla bitkisel ürünlerle beslenmek, daha az besinin çöpe gitmesine izin vermek, daha yerel yiyecekler tüketmek, olabildiğince çok kompost yapıp bunun toprakla buluşmasını sağlamak, kentlerde bahçeler kurarak kendi gıdamızı üretmek bugünden başlayarak yapabileceğimiz şeyler. Zaman içerisinde bunlara çok sayıda madde eklenecektir, eminim.

Döngüsellik başlığını görünce geri dönüşümden bahsedeceğimizi düşünmüşsünüzdür muhtemelen. Gıda ve tarım ürünleri, gömlekler ve cep telefonları kadar döngüsel üretim ve tüketimin bir parçası ancak ne yazık ki döngüsellik dediğimizde aklımıza ilk gelen unsur olmuyor. Ama unutmayın, cep telefonu olmadan yaşayabiliriz (diye umuyorum), yemek yemeden dayanmamız çok daha zor olur. O nedenle döngüselliğe giriş, tarım ve gıdadan başlamalı diye düşünüyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder