1 Nisan 2014 Salı

Müşterekler problemi olarak iklim değişikliği

Tüm insanlığın müştereklerinin başında okyanuslar, atmosfer ve kutuplar gelir. İklim değişikliği bunların tamamını etkileyen en önemli olgulardan biri olduğundan zamanımızın en büyük müşterekler problemi iklim değişikliğidir.

Ekonomideki müştereklerin trajedisi problemi bireylerin kendilerine en uygun seçimleri yapmalarına rağmen bu seçimlerin toplamının topluluk için en doğru seçim olmamasına dayanır. Normal şartlar altında bu problemin giderek kötüleştiği, toplumun tüm bireyleri tarafından da algılanabileceği için çözüme ulaşmak nispeten daha kolay olabiliyor. Mesela, insanlar bir merada otlaması gereken hayvan sayısından çok daha fazlasını otlatmaya kalktıklarında hayvanların hiçbirinin doymadığını görüp aralarında anlaşarak meranın kaldırabileceği hayvan sayısı kadar hayvan yetiştirme yolunu seçebilirler.

Ancak konu iklim değişikliği olunca anlaşmazlığın boyutu da birkaç sebepten değişiyor. Öncelikle iklim değişikliğinin sonuçları şimdi ve burada görülemeyebiliyor. Mesela, dünyanın zengin ve doğal kaynaklara sahip ülkelerinden biri olan Kanada kuzey eyaletlerindeki kirli kumul petrolünü çıkartıp iklim değişikliği probleminin kötüleşmesine katkıda bulunabiliyor. Oysa Kanada iklim değişikliğinden şu anda zarar gören ülkelerden biri olsa eminim hükümetleri bu adımları atmadan bir kez daha düşünürdü. Ama bir yanda Kanada şu an için iklim değişikliğinden en az etkilenen ülkelerden biri olduğundan, diğer yanda da iklim değişikliğinin en kötü etkileri daha tam olarak görülmeye başlamadığından Kanada ve benzeri ülkeler iklim değişikliği problemini çok daha kötüye götürecek adımları atmaktan hiç kaçınmıyorlar.

Bunların haricinde iklim değişikliğinin temelinde ayrı bir problem yatıyor. İklim değişikliğinin nedeni bizim türlü faaliyetlerimiz sonucu, müşterek kullanmamız gereken atmosfere saldığımız sera gazlarıdır ve biz bu saldığımız sera gazlarından dolayı bir maliyetle karşı karşıya kalmıyoruz. Bacalarımızdan karbondioksit çıktığı an bizim için olay bitmiş oluyor, yani karbondioksit bir dışsallık haline geliyor. Ekonomik açıdan iklim değişikliği problemine bir çözüm bulmak istiyorsak dışsallık olarak gördüğümüz sera gazlarının atmosfere ve dolayısıyla hayatımıza verdiği zararı kabul ederek bu dışsallığı içselleştirmemiz gerekiyor.

Doğaya bıraktığımız bu atıkların bir kısmını doğa kendiliğinden temizleyebilmektedir ancak doğanın temizleyemeyeceği kısmını da temizleme sorumluluğu o atığı oluşturan kişilere düşmektedir. Yani, aldığımız nefesten ürettiğimiz karbondioksit doğa açısından temizlenebilir bir çıktı yaratırken çöpe attığımız içecek kutuları doğanın kendiliğinden temizleyebileceği bir çıktı oluşturmaz. Bu sebeple ürettiğimiz çöpün bir temizlenme veya geri dönüştürülme maliyeti vardır. Üretilen çöpün temizlenme veya geri dönüştürülme maliyetinin çöpü üreten kişi tarafından karşılanmasını sağlamak dışsallıkların içselleştirilmesine bir örnektir. Batı hukukunda kirletenin temizlemesi genel kabul gören bir ilkeyken aynı ilkenin sera gazlarına uygulanmaması problemin arkasında yatan ekonomik boyutu da gözler önüne sermektedir.

Ekonomik büyümenin gözden kaçan önemli boyutu müştereklerimize tecavüzün bedelini ödememesinde yatar. Yani bizler “yeter ki ucuz olsun” mantığıyla alışveriş yaptığımız müddetçe üreten şirketler de üretimlerinin doğaya verdiği zararı karşılamadan malları sadece üretim ve kar paylarıyla bize satacaklar. Oysa malın esas bedeli; üretim masrafı, doğaya verdiği zararın temizlenmesi ve kâr olsa problemlerin çözümünde önemli bir yol alınmış olur. Sera gazları ile kıyaslandığı zaman doğaya verilen diğer zararları hesaplayabilmek nispeten kolaydır. Fabrikalara atıklarını arıtma zorunluluğu getirebiliriz, evsel atıkların azaltılması için geri dönüşümü de teşvik eden yaratıcı çöp vergileri koyabiliriz veya bazı üretim metotlarını tamamen yasaklayabiliriz tıpkı ozon problemini çözmek için yaptığımız gibi. Ama en önemli müştereğimiz olan atmosferi korumak için alacağımız önlemler tüm dünya ekonomisini ciddi biçimde etkileyeceğinden bu yönde çok zor yol alıyoruz.

Sera gazı dışsallığının içselleştirilmesinin ne derece zor bir problem olduğunu geçip basit çözüm önerilerine bakacak olursak bunların başında karbon vergisi geliyor. Sera gazının temelde fosil yakıtların, yani, petrol, kömür ve doğal gazın yakılması sonucunda ortaya çıktığını biliyoruz. Ne kadar kömür yakılırsa ne kadar karbondioksit salınacağı da belli. Bu salınan karbondioksidi doğaya zarar vermeden temizlemenin de bedeli belli. O zaman yapılacak şey de basit, yakmak üzere satın alınacak olan her birim fosil yakıtın satış bedelinin üzerine bir de o yakıt yakıldığında ortaya çıkacak sera gazının temizlenmesi bedelini de ekleriz. Buna karbon vergisi diyoruz.

Burada iki önemli problem var, birincisi ülkemizin sisteminden kaynaklanıyor: “Bu toplanan vergilerin gerçekten sera gazlarını temizlemek için kullanılacağını ben nereden bileyim?” İkincisi ise daha temel bir sorun: Satın aldığımız neredeyse her ürünün üretiminde ciddi miktarda fosil yakıt tüketiliyor. Fosil yakıtlara vergi koymak bu ürünlerin tamamının fiyatının ciddi oranda artması anlamına geliyor. Bu iki ana problem karbon vergisinin uygulanması yolundaki engellerin başında geliyor.

Ama olayı karbon vergisine getirmeden de çözmek mümkün. Bunun için hepimiz günlük tüketimimizi yarı yarıya azaltmalı ve dünya nüfusunun da artışını durdurmalıyız, bu yeterlidir. Sizce hangi çözüm daha gerçekçi?

Yazının yayınlanmış halini EKOIQ Nisan 2014 sayısında bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder